Eyvah!.. Ne yer ne yâr kaldı
Gönlüm dolu âh ü zâr kaldı
Şimdi buradaydı gitti elden
Gitti ebede gelip ezelden
Ben gittim o hâksâr kaldı
Bir köşede tarumar kaldı
Bâkî o, enîs–i dilden eyvah
Beyrut'ta bir mezar kaldı
Evet, Abdülhak Hamit denince herhalde pek çok kişinin aklına Makber şiiri gelir, genç yaşta vefat eden eşine dair hüznünü kaleme aldığı. Kaldı ki edebiyatımızda hemen hemen her şairin ölüm temasını işlediği şiirleri vardır. Ahmet Haşim'in Merdiven, Yahya Kemal'in Sessiz Gemi, Cahit Sıtkı'nın Otuz Beş Yaş şiirleri gibi.
Ölüm, hayatın soğuk ve ürperten realitesi… Ölüm, bizi kıskıvrak yakalamadan asla teslim olmak istemediğimiz muayyen gerçek… Ölüm, şehir mezarlıkları denen bir ucubenin teşekkül etmesiyle mahalle mezarlıklarımız ile birlikte gözlerimizden ve şuurlarımızdan uzaklaştırılan, ama aslında bizlere şahdamarımızdan daha yakın hakikat…
Sahi şehir mezarlıklarının büyük tabelalarında ne yazar: Her canlı ölümü tadacaktır. Oysaki mezardakiler bu hakikate çoktan ermişlerdir zaten. Bu ilahi uyarıya ölülerden çok diriler muhtaç. Aslında şehir meydanlarını, en kalabalık merkezleri, insanların ahireti tamamen unuttukları mekânları, ölümü hatırlatan ilahi uyarılarla donatmak lazım belki de.
Ölüm, bizlere şahdamarımızdan daha yakın, dedik. Evet, ölüm bizlere bir trafik kazası kadar, ölümcül bir hastalık kadar, saniyeler süren bir kalp krizi kadar yakın, şuurunda olmasak da. Yarına ereceğine dair elinde güvencesi olan var mı?
Geçen ay sevgili ablam, boyun fıtığı ameliyatı için hastaneye başvurdu. Ameliyat öncesi rutin tahliller yapıldığında anormal kan değerleri ile karşılaşılınca durum iyice tetkik edilmiş ve ablacığımın kan kanseri olduğu anlaşılmış. Geç bir teşhis olunca hemen kemoterapiye almışlar. Biz diğer kardeşleri birkaç yıllık tedavi süreci beklerken bir ay içinde zavallı ablamın ölüm haberi ile sarsıldık.
Gittin amma ki kodun hasret ile canı bile
İstemem sensiz olan sohbet-i yaranı bile
Ölüm haberini aldığımda damarlarımdaki bütün kan zerreleri boşaldı sanki. İyi yürekli, çile yüklü ablacığımla acı tatlı hatıralarımız bir film şeridi gibi geçti gözlerimin önünden. Afalladım, birkaç saat kendime gelemedim.
Sonrasında ölümün gerçekleri ile hayatın gerçekleri iç içe geçti. Defin işlemleri, taziye, eş dost, akrabaların maddi ve manevi yakınlıklarına göre bizzat gelmeleri, telefonla aramaları yahut mesaj atmaları.
Siz bu satırları okurken çilekeş ablamı dâr-ı bekaya uğurlayalı on günü geçmiş olacak. Malatya'da ikamet etmem ve taziye yerinin İstanbul olması nedeniyle uzun boylu düşünme, tefekkür etme imkânımız oldu. Belki İstanbul'a giderken daha çok acımızı, üzüntümüzü yaşadık; acı tatlı anılar zihnimize üşüştü. Ancak dönüş yolunda biraz daha hayatı, ölümü, kardeşlik hukukunu, yapıp ettiklerimizi gözden geçirme fırsatı bulduk.
Bu acı olay vesilesiyle nefsimle birlikte siz değerli dostlarımı da bir hayat memat muhasebesine davet ediyorum. Eminim, şu an bu satırları okuyan pek çok kişi, son bir ay içerisinde bile bir yakınını kaybetmiş ve benimle aynı ruh haline bürünmüştür.
Evet, dostlar! Bugün varız, yarın yok. Tıpkı dün var olup bugün olmayanlar gibi. Mesela 60'lı yaşlarda kaybettiğim babam gibi, amcam gibi. Mesela daha 28'inde elim bir iş kazasında kaybettiğim kardeşim gibi. Mesela daha 36'sında bir trafik kazasında kaybettiğim yengem gibi.
Bugün var, yarın yokuz madem, öyleyse sadece bir sebep arayan ecel saati kapıya dayanmadan, acil bir muhasebeye başlamak durumunda değil miyiz? Bugün, hatta hemen şimdi! Yarın yahut az sonra çok geç olabilir.
Bir muhasebe, şahsımıza dair: Yapmamız gerektiği halde yapmadıklarımız veyahut yapmamamız gerektiği halde yaptıklarımıza dair.