BUGÜNE YARIN YANMAYALIM

Suat YAŞASIN

İnsan bu..

En büyük sorunu, denge..

Vasat ve mutedil olma..

Sevdiyse de ölümüne..

Buğz ettiyse de..

Beğendikleri hatırına tüm yanlışlarını da olumlayabilir.

Hoşlanmadıkları sebebiyle bütün doğrularına da gözünü kapar.

İşte böyle bir yaradılıştaki insanın idare ve yönlendirilmesi hakikaten çok zor..!

Ne, istediğiniz şekilde yönlendirebilirsiniz.

Ne de, ağzınızla kuş tutsanız, razı edebilirsiniz.

Halbuki, Allah'ın rızasını kazanmak, (kendi hevamız sebebiyle) zor da olsa, mümkündür.

Lakin insanları razı etmek, rızalarını kazanmak imkansızdır!

Bu işin en kötü yanı ise, asla elde edemeyeceği bu "rıza"nın peşinden koşup duruvermektir.

Öyle ki, insanları siyaseten olumlu tarafa yönlendirmek için girilen bu yolda amacınızı unutuverirsiniz!

Hatta bununla kalmaz, artık siz onların peşinden gitmeye başlarsınız.

Kötü senaryoda ise; neticede yönlendiren, insanın süfli hevası olur maalesef.

Aslında İslam şeriatı bu cihette idareye gayet geniş bir alan oluşturmuştur.

Daha doğru bir ifade ile "bırakmıştır".

İnsanların din ve dünya maslahatını elde etmesi hedefiyle ve de İslam'ın ana sabite ve kaidelerine aykırı olmamak şartıyla çok geniş bir manevra alanı vardır siyaset mekanizmasının.

Bu bağlamda;

Önceliklerin belirlenmesi..

Toplumsal realitenin göz önünde bulundurulması..

Ana dengelere hassas şekilde uyularak getiri-götürünün hesaplanması..

Kararların; yakın, orta ve uzun vadedeki muhtemel sonuçları değerlendirilerek alınması..

Ve bunlar gibi temel kurallara riayet ederek pek mustakim bir şekilde yol alınabilir.

Bu yapılırken idarenin esas iki görevi olan "ekonomi ile güvenlik" tabii ki, her şeyden önce gelir:

"..Açlıklarını giderip doyurdu ve korkularından emin kıldı..." (Kureyş-4)

Diğer taraftan, dinin hükümlerinin ikamesi de tamamen temkin yapabilirlik, güç şartına bağlanmıştır.

Tıpkı namaz, oruç, zekat, hac, cihat, emri bil maruf nehyi anil münker ve benzeri hükümlerde olduğu gibi..

"Allah'tan, imkânınız nispetinde sakının." (Teğâbun-16)

Evet, insanların dünyevi temel ihtiyaçları ve de imkân durumu, idare için, kuşkusuz merkezi konum teşkil eder.

Lakin, ana hedef olan insanların "dini maslahatı"nı kurban etmeden..

Tıpkı idaresinin ilk döneminde insanların ihtiyaçlarını önceleyen Yusuf Aleyhisselam gibi...

Yine, Resulullah'a iman ettiği halde, bizzat onun emriyle bu imanını gizleyen Necaşi'nin yöntemine benzer şekilde..

Evet, Müslüman idareci tüm imkanlarıyla ve de uygun bir program çerçevesinde insanların dini maslahatı için uğraşmakla mükelleftir.

İnsanların temel ihtiyaçlarını önceleyerek girmiş olduğu bu yolda asıl vazifesini öteleyerek, "hevai rızalarının" peşinde sürüklenemez.

Bu memleketin tarihinde görülmemiş şekli ile ekonomik kalkınma sağlama, özgürlük alanları oluşturup genişletme, doğası itibarıyla yıpratıcı olan idaresi hem de epey bir uzun bir süredir devam etmesine rağmen muazzam bir halk desteğine ve dolayısıyla rejimin cürümlerini söküp atma imkânına sahip olma, buna paralel olarak dünya müslümanlarının çok önemli bir kısmının büyük umutlar besleyip dua ettiği bir duruma gelmiş olma pek büyük bir meseledir!

Sorumluluğu kat be kat artırmıştır!

Bunu başarmanın şerefi de dünya, ahiret, pek büyük olacaktır, elbette.

Lâkin bizim kaygımız, bu imkanlara erişmiş Müslüman idarecinin mezkur vazifesini ifa etmeksizin miâdını doldurması tehlikesindendir.

Şahsen, bu dönemi ileride "kendisine yanılan, keşkelerle dolu" bir devir olarak hatırlamayı aklı başında, hüsnüniyet sahibi tek bir Müslümanın dahi isteyeceğini düşünemem.

Allah Müslüman idarecilerimize "sedat ve reşat" versin.

Allah'ın rızasına uygun şekliyle, insanların dini maslahatını da gözeten kararlar aldırsın.

Evet, Allah'ın rızasını kazanmak mümkündür.

Ancak insanların rızasını kazanmak mümkün değildir.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.