Adalet herkese lazım… Bu, çokça zikredilen ve sahiden yerinde ve doğru bir söylem. Dün şiir okuyanlara lazım olduğu gibi, bugün haksız yere mesleğinden uzaklaştırılandan tutun da şehirde, beldede veya köyde hayat, yolda seyahat hakkı olan herkes için öncelikli lazım olacak olan tek mekanizma.
Hele adalet kavramının havalarda uçuştuğu bir zamanda, yıllarını zindanlarda geçirenler için bu mefhum lazım da lazım; ama neredeee!
Adalet mülkün de, müesses nizamın da, huzurlu bir yaşamın da temelidir. Hiç kimse kendini adaletin yerine koyarak, hukukun belirlediği sınırlar dışına taşarak, güvenlik tesis ettiği vehmine kapılamaz, kapılmamalıdır.
Hiç bir güvenlik gerekçesi, masum insanları sokak ortasında meydan dayağından geçirmeyi gerekli kılamadığı gibi, böyle bir hakkın olmasının dayanağı da yoktur, olamaz.
Hiçbir izan sahibi kişi veya yetkili de böyle bir hukuksuzluk karşısında ‘güvenlik zafiyetine yol açar' saikıyla suskun kalamaz, kalmamalıdır.
Adalet tuz gibidir. Kokuşan adaletin artık küflenen sorunlar karşısında bir işe yarayacağı düşünülemez.
Kimden gelirse gelsin ve kime karşı olursa olsun haksızlığın ve zulmün karşısında durmak her Müslümanın, her insan hakları savunucusunun ve daha doğrusu ‘insanım' diyen her bir bireyin görevidir, sorumluluğudur.
Bizde bütün müspet vasıfları barındıracak yegâne vasıf adalettir. Adil olmadıktan sonra ne ahlak abideliğinden, ne hukuka saygıdan, ne güvenden ve ne de dürüstlükten söz edilemez.
Dünyanın zulmünü icra edenlerin, günü gelir işledikleri cürümler dolayısıyla olmasa da, kendilerine yöneltilen haksız icraatlar dolayısıyla adaletle hüküm görmelerini isteyecekleri muhakkaktır.
Adil olmak ve hukuki davranmak, parçalamak için pusuda bekleyen bütün mihrakların en sevmediği ve en nefret ettiği yegâne ataktır.
Ülkeler ve idareler hatta dünya ancak adaletle ayakta kalabilir. Muntazır Mehdiden söz edilirken dahi insanlığın en ulvi beklentisinin ‘onun dünyayı adaletle dolduracağı' hususu olması, boşuna değildir. Zulümle abad olunamayacağını derk etmenin herkesten önce bize faydası olacağı muhakkaktır.
Birilerinin keyfi için zulmü alkışlayamayacağımız gibi, sus pus kalarak Rabbimizin en aşağılık sınıfına dâhil ettiği zümreden olmayı da kabullenemeyiz.
Dahası birkaç günlük dünya hayatı için her şeye ‘eyvallahı' olan bir kişiliğe bürünmek, şahsiyet girdabında tüm değerleri kaybetmek değil de nedir?
Her bir hakkın gasp edilmesi veya görmezden gelinmesi, abad olunamayacağının bir göstergesidir.
Nasıl ki suçun üzerine gidilmede gecenin sabahı beklenmiyorsa, fark edilen yanlışların, hukuksuzlukların ve sıkıntıların üzerine gidilmede de aynı hassasiyet ve ivedilik gösterilmelidir.
‘Suçlu' diye bellenenlerin üzerine adeta ışık hızında ve diğer tüm imkânlarla gidildiği yerde, masumiyeti anlaşılan veya durumları muğlakta olanlarla ilgili laylaylom yöntemi devreye sokuluyorsa, burada altımızdaki dalı kestiğimizden bihaber olduğumuz anlaşılıyor demektir.
Suçlu bellenenler için sokak veya köy ortasında üniformalılar adaletlerini ivedilikle uygularlarken mağdurlar için fi tarihleri oynamak adalet olmasa gerek.
Değerli arkadaşlar,
Bütün bu girizgâhın sebebi tabi ki hepimizin malumu olduğu gibi son zamanlarda görülen dehşet içerikli görüntüler…
Kolluk kuvvetlerinin özellikle sivillere yönelik pervasızca davranış örnekleri, OHAL kapsamında değerlendirildiğinde, birilerinin bunu fırsat bilerek intikam ve egosunu tatmin mecrasına saptıkları olarak değerlendirilebilir, ancak bunun önüne ivedilikle geçmek ve söz konusu mağduriyetlerle ilgili bir kaç söz söylemek de başkalarının işi olsa gerek.
Gerek Gevaş'ta uygulanan vahşet, gerekse de İstanbul Bağcılar'da sergilenen şiddetli dehşet birçok yönüyle tepki alması gerekirken, konuyu sessiz sedasız salt bir iki müfettiş göndermekle geçiştirmek yeterli midir?
Malumunuz, Van Gevaş'ta Cemal Aslan (53), Halil Aslan (50) ve Abdüsselam Aslan(35) ile bir köylü daha terörist muamelesi görüp kanlar içerisinde kalacak şekilde işkence görmüşler, ardından da mahkeme ‘delil yok, bunlar normal köylü' diyerek serbest bırakılmışlardı; fakat köylülerin gördükleri işkenceler insanın kanını donduracak cinstendi.
Bir kaç gün önce de İstanbul Bağcılar'da Efrahim Yakar ve annesiyle diğer akrabalarının kendi kapıları önünde Yunus Ekipleri tarafından maruz kaldıkları muamele ‘bura dağbaşı olmadığı gibi, o vatandaşlar da terörist değil' dedirtti.
Kendi evleri önünde iftara 10-15 dakika kala gördükleri saldırı sonrası vücutlarında morarmamış veya kızarmamış yer neredeyse bulunamayan mağdurlara rapor vermeyen doktor, mağdurların hakkını göremeyip onları ‘mukavemet'ten hâkime sevk eden savcı ve yine sadece cürmü işleyenlerin iddialarına dayanarak mağdurları ‘adli takip şartı'yla serbest bırakan hâkim ‘nasıl adalet mekanizmasının çarkları olabilirler?' diye insan soramadan edemiyor.
Hele başörtüsü başından çekiştirilerek saçlarından sürüklenen anneyi bilmem yazmaya gerek var mı? Onu yazmayayım; çirkinliğin vardığı boyutları varın siz tahayyül edin…
Dün Bakırköy Adliyesi'ndeydik; avukatlar suç duyurusunda bulundu, umarım adalet yerini bulacaktır…
Selam ve dua ile…