Amerika’nın Irak’ı işgali esnasında en çetin mücadele veren bölgelerden biri. Halkı Müslüman, dinine sadık, zulme boyun eğmeyen Felluce… Günlerden 25 Kasım. 15 bin Amerikan askeri beraberinde kukla rejimin askerleri ile burayı kuşattı. Bir yaşam vardı burada. Çocukların sokaklarda sessiz de olsa cıvıldaştığı… Evler vardı, içinde insanların yaşadığı... Tarlalar vardı üzerinde tohumların çatlamaya yüz tuttuğu…
Burası Felluce… Halkı Müslüman dinine sadık, zülme boyun eğmeyen… Burada her sabah anneler evlatlarını uğurlardı, aşa, işe… Burada babalar yaşardı… akşama evlatlarının getirdiği aşla doyan… Burada bacılar vardı yiğitlerinin karşısında nazlıcak duran… Bir gün geldiler buralara kendileriyle beraber getirdikleri kan çanaklarıyla… doldurdular mazlumların kanlarını yüreklerine insin diye… Ve bir gün bir anda gitti çocuklar, gitti anneler, gitti babalar ve nazlıcaklar… Gitti güzelim tarlalar, bağlar, evler… 300 bin insan yaşardı burada, çocuk, genç, ihtiyar, kadın… neydi suçları bu insanların… sadece Müslüman olmak… Evet kesinlikle sadece Müslüman olmak. Binlerce insan yığıldı kara toprağın bağrına; ulaştılar inşallah ak bir alınla Rablerinin huzuruna…
Düşünün… Yürüyoruz Felluce’min sokaklarında işte şu sağda yerde yatan benim evladım… Ne yaparım sizce? Bir adım daha öteye gidiyorum yaşlı annem, yalınayak yerde uzanmış yatıyor… Gördüğünde yatıyor zannedeceğin kadar mesrur. Beni bilmem kaç yıl besleyip büyüten annem yerlerde yatıyor… Geriye dönüp baktığımda ise babam yatıyor, ak ama kanla allaşmış saçlarıyla… Bir ah mı çektim yoksa lanet mi okudum onu hatırlamıyorum. Yoksa üzerinde durup bir fatiha mı okudum, onu da hatırlamıyorum.
Yürüyoruz Felluce’mde hayvanlar yerlerde şişmiş karınla yatıyor. Belli ki uzun zaman önce cansız kalmış bedenleri… İşte şu benim evim, ne kadar da güzeldi. Şirin mi şirin ama şu an tavan taban olmuş, arasındakiler ise harap… Şu da benim bahçem; içinde çocuklarım için yaptığım salıncak vardı. Baksanıza o da mahzun, dertli yas tutar gibi bomba gürültülerinden eninler çekmekte… Bombalar o kadar yakıp yıkmış ki etraf yanık ekin kokularıyla dolup taşmış… İnsan cesetleri sokaklarda. Artık morglarda yer kalmamış. Kimisi belki evladına olan özlemi, belki de başka tarafa götürecek takati bile kalmadığı için hemen orada, evinin bahçesinde gömmüş; yavrucağını, babasını, annesini, nazlıcağızını… Ya kalanlar ya yaralılar? Onlar ne alemde bilmiyorum. Su yok, elektrik yok, telefon yok, ekmek yok, yok, yok… Her tarafta hüzün, ağıt, enin, feryat…
Ya şu camilerimiz… Ne güzeldi! Müezzin Ezan okurken sevinçle mukabele ederdik, el ele tutuşur çocuklarımızla giderdik. Bu gün harap… Bu gün yıkık… Dersin ki küsmüş dünyaya, terk eylemiş kubbelerini baykuşlara... Daha birkaç gün önce bir olay yaşandı şu camide. Yaralı düşmüştü bir müslüman Allah’ın evinde. Allah’ın eviydi, kutsal mekân. Necis potinli kafirler bastılar orayı… Henüz yaralıydı… Yaşıyor olduğunu bile bile, doğrulttu Müslümanın yüzüne pis namlusunu ve yeşil kuşun kursağına gönderdi o nazenin ruhu. Sahi cami dedim de; bir insan bu kadar gaddar olabilir miydi Allah’ın evinde? O Allah, o kafirin de Rabbi idi. Ve güya o da inanıyordu benim inandığım Allah’a…
Peki ya onlar kim? Ne için geldiler de tarumar ettiler ekinlerimizi, öldürdüler minik elli yavrularımızı, ak saçlı babalarımızı… Onlar niçin geldiler bilir misin? Onların bir tek gayesi var. O da inanç eksenli… İşin petrolü, hammaddesi, altını bahanesi… 500 milyar dolar dış bütçe açığı varmış da bunu kapatmak için kuyulara sahip olmak için yapıyormuş bunları… Hayır inanamam. Onlar efendilerinin kendilerine biçtikleri kaftanı giyiyorlar… Onlar Yahudileri va’d edilmiş topraklarına kavuşturmak için akıtıyorlar bunca kanı. Bakın Muharref Tevrat ne diyor: “Yakalarsan onlardan kimi; ister çocuk, ister kadın, ister hayvan hiç birine acımadan öldür. Ta ki kalmasın onlardan bir teki… Onlar sana köledir, sen ise efendi…”
Onlar öyle bir toplum ki Yüce Yaradan onları lanetlemiştir yüce kitabında. Lanetlenmek demek bu dünyada bir daha hidayet bulmayacak demek. Ahirette ise ebedi cehennem… Lanetler olsun o kimseye ki Allah ona lanet etmiştir. O ki cehennemin en derin tabakasına inecek, Rabbimin rahmetinden uzaklaşacak, azabını iliklerine kadar hissedecek. Kahrolsunlar… kahrolsunlar… kahrolsunlar… Onlar ki İslama ve Müslümanlara zulmediyorlar.
Evet kardeşlerim! Size bir hikâye anlatmıyorum. Bu bir roman kuşağı da değil… Ben ise bir edebiyatçı değilim. Bu hemen yanı başımızda yaşanan bir vahşetin kısa bir tablosu. Acaba bu bizi ne kadar ilgilendiriyor, ya da hiç ilgilendiriyor mu? Şu satırları karaladığım anda hangi ülkede yaşadığımı unutur oldum. Halkı Müslüman olan bir ülke. Bilemiyorum, Müslümanlar bu kadar duyarsız olabilir mi? Gelin sizinle beraber bunu kendimize soralım ve ne kadar asimile olduğumuzu anlamaya çalışalım. Müslüman’ım dediğimde, diyorum ki: Tüm Müslümanlar benim kardeşimdir. Yani canımdan bir parça, o acıktığında ben de acıkırım, onun canı acıdığında benim de canım acır. O soğukta üşüdüğünde ben de üşürüm. O Peygamberi Zişan buyurmuyor mu ki; “Mü’minler bir vücudun azaları gibidirler.” Ne demek? Bir aza ağırdığında diğer azalar da o ağrıdan sızlar dururlar. Bırakın vücudumuzdan bir azanın rahatsızlığını, bir aza kopuyor, koparılıyor. Biz ise sağır sultan rolündeyiz. Evimizin sıcaklığı, yatağımızın yumuşaklığı, yemeğimizin tadı ile uğraşırız biz. Evet ölen ile ölünmez. Ama ölenin yakınlarıyla beraber yas tutulabilir değil mi? Komşumuzdan biri öldüğünde saygı ve acısını paylaşmak adına bile olsa evimizde fazla gürültü çıkarmaz radyomuzun sesini kısarız…
Şimdi düşünün ölen sizin çocuğunuz, anneniz, babanız ve nazlıcağızınız… Yanınızda bir dostunuzun olmasını istemez misiniz? Yaranızı sarsın istemez misiniz? Elinizden tutup sizi bombaların arasından kurtarsın istemez misiniz?
Peki biz nasıl bu kadar duyarsız olduk? Yavaş ve sinsice bu hale getirildik. Önce bize kültürlerini aşıladılar, ahlaklarını aşıladılar, giyimlerini aşıladılar… Sonra düşünce biçimini aşıladılar. Nasıl düşünmemiz gerektiğini bize aşıladılar. Bizi birbirimize yabancılaştırdılar. “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” pis zihniyetini beynimizde yer ettirdiler. Böylece bizi yalnız bıraktılar. Bizi öyle bir duruma düşürdüler ki artık kim olduğumuzu düşünecek vaktimiz bile kalmamıştı. Sadece karnı ve şehveti için yaşayan birer yaratık haline getirdiler bizi. Artık saldırı vakti gelmişti. Yalnız kalmıştık ya. Ve saldırdılar. Bizde varolan çoraklaşmış duygularımızı bile ellerimizden aldılar. Ve şimdi biz böyleyiz. Yanı başımda Müslüman kardeşim, evladım, annem, bacım öldürülürken, namusu kirletilirken, bebekler sütsüz aşsız ağlaşırken, ben ise şaşkın, çaresiz…
Felluce kan ağlamaya devam ediyor. Yavrular; sütsüz-aşsız, yaralılar; doktorsuz-ilaçsız, acılar içinde kıvranıyor, kendilerini ölümün kucağına bırakıyorlar. Bacımın namusuna alçakça el uzatılıyor; yiğitlerim pis çizmelerin altında inim inim inlemekteler. Ve zulüm devam ediyor/edecek. Bugün Irak, yarın belki burası… Çünkü biz onlarla ilelebet düşman kalacağız ve Rabbimizin vaadi gelinceye kadar onlarla savaşımız devam edecek.
Peki ne yapalım? Bu halimizle önümüzde pek fazla seçeneğimiz yok. En önemlisi, bu vahameti gördükten sonra kalbimizin derinliklerinden gelen sese kulak verip; “Bundan sonra ne yapabilirim?” diye düşünmektir. Öncelikle; “Beni ve toplumumu bu hale getiren düşünce ve eylem asimilasyonunun önüne nasıl geçebilirim, kendime ve aileme nasıl İslami bir şekil verebilirim, eksiklerim nelerdir?” diye kendimizle bir iç muhasebeye girelim. Hemen ardından Rabbimize yönelelim ve kendi evladımızın kurtuluşunu istediğimiz gibi, anne ve babamızın selametini istediğimiz gibi, şu anda dünyanın en kanlı bölgesi Irak’taki ve Filistin’deki Müslüman kardeşlerimiz için içtenlikle dualarda bulunalım.
Ve gelin kardeşlerim, Allah rızası için gece yarılarında, seherlerde Irak’taki, Filistin’deki mazlum ve mustazaf kardeşlerimizin selameti için yüreklerimizi birleştirelim, Rabbimize hep beraber el açıp yalvaralım. Müslümanları yok etmek için tüm güçlerini birleştiren Amerika, İsrail, İngiltere ve diğer zalim ve despot yönetimlerini ve onların tahtlarını zir-u zeber etmesini intikam sahibi Rabbimizden yalvararak niyazda bulunalım. (Amin velhamdulillahi rabbil alemin)
İnzar Dergisi