İslam dünyası, büyük bir kaosun zemini haline getirilmiş durumdadır. Suriye başta olmak üzere, neredeyse bütün İslam beldeleri bir bir ateşe verilmektedir. Suriye'de, iş iyice çığırından çıkarılmaya çalışılmaktadır. Şimdiye kadar, zayıf bir ihtimal de olsa olayların durulması noktasında bir ümit var gibiydi. Ancak son dönemde tıkanan diplomasi ve karşılıklı ithamlar; işin geri dönülemez bir boyuta evirildiği gözükmektedir.
Suriye meselesi çıktığı ilk günden beri, batılıların bu ülkenin bir daha belini doğrultmayacak şekilde tahrip edilmesi yönündeki hamleleri, planlandığı gibi adım adım yol almaya devam ettirilmektedir. Ancak gelinen nokta, Türkiye'nin bu işin tam ortasına yerleştirilmesi noktasındaki amacın da gerçekleştirilmekte olduğu görülmektedir.
Bir taraftan ABD'nin PYD üzerinden Türkiye'yi sıkıştırarak, zorunlu olarak bazı adımların atılmasını mecburi kıldı ve Ruslarla bazı yeni adımların atılması zarureti ortaya çıktı. Öbür taraftan Ruslar, Esed rejimi ile çok ciddi saldırı zemini hazırlayarak; Türkiye'nin işlevsiz kalması noktasında farklı stratejiler geliştirdi. Türkiye'nin iki büyük güç tarafından ve farklı yaklaşımlarla etkisiz hale getirilmeye çalışıldığı zor bir süreci yaşıyoruz.
Kendi komşumuzla büyük bir sorun yaşamamız yetmiyormuş gibi, iki büyük güç tarafından adeta 'çapraz ateşe tutulduğumuz' gibi bir acı sonuç karşımıza çıkmaktadır. Sadece Suriye değil, Libya'da da benzer bir durum ile karşı karşıyayız. Hem ABD, hem de Rusya'nın bu iki yerde 'bir nalına, bir mıhına' misali Türkiye'yi yalnızlaştırıp hareket edemez hale getirme noktasındaki politikaları; kaosun tahmin edildiğinden çok daha büyük bir şekilde planlandığı anlaşılmaktadır.
Hele son günlerde; Hinduların, Müslümanları linç ederek katliamdan geçirilmesi politikası, kaosun çok kapsamlı bir şekilde planladığı da görülmektedir. Global küfür dünyasının, tek elden yönettiği bu kaos hamlesi 'büyük bir titizlikle' yürütülmekte ve olabildiğince büyük bir tahribatla neticelenmesi için en gaddar yöntemler devreye konulmaktadır.
Neredeyse her İslam beldesinin işgale ve katliama maruz bırakıldığı bu günlerde, hala kuklacıyı göremeyip kuklalarla uğraşma basiretsizliği hepten işimizi zorlaştırmaktadır. Hele ihtilafların kasıtlı bir şekilde yaygınlaştırılmaya çalışıldığı, ayrılıkların daha fazla körüklenmesi için hile ve desiselerin bir bir tedavüle konulduğu bu günlerde; 'bir basiret şoku' geçirmemiz gerekmektedir.
İşte üç ayların gelişi, aslında bir şok dalgası gibi bizi etkisi altına almalıydı. Bizi özümüze döndürecek, bize vahdeti hatırlatacak ve Allah'ın emri olan 'İslam kardeşliğinin' farziyetini bize yeniden kavratacak bir şok dalgası hükmünde olmalıydı. Bu mübarek üç aylar 'hamur mayası gibi' bizi yeniden bir kıvama getirmeliydi. Bizi batılın ve batılıların boyunduruğundan çıkarıp, büyük bir onur ve iman patlamasına dönüştürmeliydi.
Gerçi, yüce Allah; "Ey akıl sahipleri... Ey tefekkür edenler... vb." şeklinde akıl edenleri ve kalben diri olanlara hitap etmektedir. Kalben ölmüş olanlar ve ruhen köle haline gelmiş olanlar, batılı efendilerine kahya olmaktan başka bir beceri de ortaya koyamazlar.
Ancak bu kutlu mevsim; tövbe etmenin, ibadet etmenin ve tefekkür edip imanla yeniden kuşanmanın yeni bir sürecidir. Bu süreçle İslam kardeşliğini yeniden tesis etmeli, onurlu kıyamların meşalesini yeniden yakmalıyız. İmanla, ibadetle ve izzetli bir duruşla 'müminliğimizi' herkese tekrar ve yeniden göstermeliyiz.