Eylül 2001 İkiz Kule saldırıları, o dönemde Afganistan ile start alan doğrudan işgal konseptinin ilk halkası olmuştu. İlk aşamada işgalde sağlanan göreceli başarı, Irak işgalinin yolunu açmıştı. Saddam Hüseyin yönetiminin kısa sürede devrilmesiyle beraber Suriye ve İran sıradaki iki ülke olarak öne çıkarılmıştı.
Afganistan ve Irak işgalinin sıcak günlerinde işgal çıtasını daha da yükselten Amerikalılar, o dönem Ulusal Güvenlik Danışmanı olan Condelissa Riche’in ağzından elli küsur ülkenin sınırlarının değiştirilebileceği mesajını vermişti.
Aradan geçen yirmi yılın sonunda işgal süreci Amerikalılara çok pahalıya mal oldu. Lakin işgale maruz kalan ülkeler de huzur yüzü göremedi. Büyük fotoğrafa bakıldığında işgale uğrayan yerler işgalciye diz çöktürmede başarılı oldular. Ancak işgalin bir enkaz olarak bıraktığı ekonomik, siyasi, askeri, sosyo-psikolojik sorunları yönetmede başarı gösteremedi. Haliyle işgalin yaşattığı sorunlarla kriz yuvalarına dönüşen yerler, aynı zamanda çevreye de kriz ve istikrarsızlık pompalayan merkezlere dönüştü.
Irak’ı büyük oranda terk eden işgalci, sonradan “IŞİD’le mücadele” adı altında yeniden geri dönme fırsatı yakaladı. Şu sıralarda ise işgalin ilk halkası olan Afganistan’dan askerlerini geri çekmekle meşguldür.
İşgalde gerekçeler uyduruk da olsa resmi olarak deklare edildi. Oysa Afganistan’dan çekilirken görünür fiili durum dışında tatmin edici bir gerekçe ortaya konulmadı. Çekilme kararı Trump tarafından alındı, Biden tarafından uygulanıyor. Amerikan küresel rekabet namlularının çevrildiği Çin, Rusya ve İran üçlüsünün tam ortasında bulunan Afganistan’da kuvvet bulundurmanın stratejik açıdan kendileri için daha fazla elzem olduğu bir dönemde bu karara varmak, görünürde bunu mantıksal bir temele oturtmayı hayli güçleştiriyor. Yine de apar topar, müttefiklerine bile danışmadan, yerel Afgan hükümetinin bile rızasını almadan çekilme kararı alması, en başta peşine takıp Afgan diyarına sürüklediği müttefiklerini şaşırttı.
Amerikan hegamonyasının doğrudan başarı sağlayamadığı darbe, devirme ya da işgal girişimlerinde seçtiği bilindik bir yöntem vardır. Bu da istikrar ve kaos rüzgarları estirerek ülke ve toplumları “Kurtarıcılık” rolüne mecbur bırakma ya da inandırma politikasıdır. Bazen de belli kritik noktalarda istikrarsızlık adacıkları oluşturarak etraftaki rakiplerinin istikrarsızlığa maruz kalmasını, bölgesel sorunlarla uğraşmak yerine iç sorunlarla boğuşmalarını sağlamaktır.
Bu doğrultuda müttefiklerine bile danışmadan Afganistan’dan çekilme kararı alması, salt işgaldeki başarısızlıkla izah edilebilecek gibi görünmemektedir. Biden yönetiminin işbaşına gelir gelmez yayınladığı yeni strateji belgesindeki planlar henüz tazedir. Çin, Rusya ve İran üçlüsü çevrelenmesi gereken üç ülke olarak strateji belgesinde yer almaktadır. Özellikle Çin’e karşı Güney Pasifik merkezli kurduğu yeni askeri üsler ve yaptığı güç kaydırmaları bilinmektedir. Bu nedenle de rakip üç ülkenin tam ortasında bulunan Afganistan’dan çekilmeyi salt işgaldeki başarısızlıkla izah etmek bu durumda kafa karıştırıcı bir hal almaktadır.
Bu durumda öncesinde Irak, şimdilerde ise Suriye üzerine yürüttüğü politika, Afganistan’dan çekilmesinin ardındaki gerçek nedeni izah etmeye yardımcı olacak niteliktedir. Irak’ta istediği türden bir siyasi ortam oluşturamadı. Bunun sonucu iç çatışmalar, kaos ve istikrarsızlığın tüm bölgeyi kaplaması olarak ortaya çıktı. Suriye’de de farklı yöntemlerle rejim değişikliği belki daha da ötesi hedeflendi. İlk aşamada rejim değişikliği hedefi gerçekleşmeyince tüm senaryolar iç çatışmaların alevlenmesi üzerine şekillendi. Burada yaşanan kaos ve istikrarsızlık hala hem Suriye’nin hem de tüm bölgenin en büyük sorunu olarak devam ediyor.
Görünen o ki, kontrol edemediği Afganistan’dan çekilirken öngördüğü senaryo, yeni strateji belgesindeki “düşman ülkeleri” kapsayacak türden bölgesel bir krize kapı aralamaktır. Son süreçte İran, Rusya ve Çin’in Amerika’nın geri çekilmeye başlamasıyla birlikte Taliban ile sıkılaştırdıkları dirsek temasları da tarafların Amerika’nın öngördüğü “Kaos senaryolarına” duyarsız kalmadıklarının ilk işaretleri niteliğindedir.
İşgal öncesi Taliban idaresindeki Afganistan, hem İran ile hem de Orta Asya cumhuriyetlerinde yaşanan olaylar nedeniyle Rusya ile sorun yaşamıştır. O dönemde Afganistan’ı mesken tutan farklı mezhebi-siyasi grupların sınır ötesini de kapsayan eylem ve faaliyetleri, İran ve Rusya’yı Taliban’a karşı farklı tutumlar almaya sevk etmişti. İran, Taliban’ın yönetimden uzaklaştırılmasına destek vermiş, Rusya ise Taliban’ı “Terör örgütü” olarak ilan etmişti.
Şu sıralar Taliban heyetleri sıklıkla Tahran ve Moskova’yı ziyaret ederek birbirlerinin içişlerine karışmama, hatta işbirliği ve dostluk mesajları vererek iki ülkenin olası endişelerini giderme yönünde diplomatik temaslar yürütmektedir. Çin ise şu anda Amerikalıların öncelikli hedefi halindedir. Çin etrafında askeri üsler kurma ve yeni güç kaydırmaları her ne kadar sıcak bir savaş ihtimalini oluşturmasa da askeri tedbirler iç sorunlarla boğuşturmak istediği Pekin yönetimine karşı caydırıcı tedbirler kapsamında değerlendirmek mümkündür. İnsan hakları, demokrasi, özgürlükler derken Hong Kong ve Tayvan sorununun yanında en çok önem verdiği iç sorun, Uygur özerk bölgesinde yaşanan kronik sorundur. Taliban’ın benimsediği dinsel-mezhepsel akım ile Uygurlar arasında yaygın olan akım arasındaki paralellik, büyük ihtimalle Çin üzerindeki politikalarda Amerikalıları umutlandırmaktadır. Nitekim hem Rusya hem de Çin beklentiler doğrultusunda endişelerini gizlememektedir. Afganistan’ın iç çatışma ve kaosa gark olması durumunda “Yol ve Kuşak” projesinin ciddi yaralar alma ihtimali, Çin’i endişelendiren bir başka neden olmaktadır.
Buna karşılık Taliban sözcüleri İran ve Rusya’nın endişelerini gidermek adına yaptıkları girişim ve açıklamaların benzerini Çin için de yapmaktadır. Çin’e de bu noktada güven vermeyi amaçlamaktadır. Nitekim Çin menşeli bir yayın organına açıklamalarda bulunan Taliban sözcülerinden Suheyl Şahin, Çin’e bir çok kez gittiklerini, iyi ilişkilere sahip dost bir ülke olarak Çin’i bildiklerini, Afganistan’a yatırım yapmak isterse güvenliklerini sağlayacaklarını belirterek, Afganistan’ın komşu ülkelere saldırılarda üs olarak kullanılmasına izin vermeyeceklerini, Doğu Türkistan İslami Hareketi’nin Afganistan’da barınmasına, eleman ve fon tedarik etmesine asla müsaade etmeyeceklerini belirtti.
İşgal güçleri çekilmeyi sürdürürken Taliban’ın civar ülkelerle yürüttüğü diplomatik temaslar geçmişten alınan dersleri gösterdiği gibi, olası bölgesel kriz senaryolarına karşı da tedbirler geliştirdiği görülmektedir.
Bununla birlikte çekilme sonrası Afganistan’ın durumunun ne yönde şekilleneceğini kestirmek kolay değildir. Taliban’ın ilerleyişi karşısında yalnız bırakılsa da Kabil’deki hükümet henüz pes etmiş değildir ve çatışmalar olanca hızıyla sürüyor. Ülkede farklı siyasi grupların yanı sıra aşiret yapısı ve etnik dağılım faktörlerinin bu süreçte ne yönde şekilleneceği de henüz belli değil. Son haftalarda civar ülkelerin yanı sıra Avrupa’ya kadar uzanan yeni mülteci akımının niteliği de oldukça şüpheli görünüyor. Taliban korkusu köpürtülmek suretiyle kalabalık grupları göç ettirerek bölgesel ve uluslar arası alanda bir endişe oluşturarak yeni müdahale kapılarını zorlama planları söz konusu olabilir. Kaldı ki Amerikan işgal gücü çekilirken “Güvenli bölgeyi” ve Kabil havaalanının kontrolünü başka müttefikler eliyle elde tutma planlarının olası sonuçları henüz kestirilememektedir.
Belirsizliklerin tümü üst üste konulduğunda Afganistan’ı son yirmi yılda harabeye çeviren işgalcilerin bundan sonra da kaos ve istikrarsızlığı yayacak şekilde iç çatışmalara odaklanacakları pekala söylenebilir.
Ali Özgür