‘Bir avcı yukarıda uçan kuşun yere akseden gölgesine ok
atıyordu. Sonra okluğu bomboş kaldı. O gölgenin aslının nerde
olduğundan haberi yok!
Ömrünün okluğu boşaldı. Ömür gitti; gölge avı peşinde tükendi, yandı kül oldu.
Kafanı kaldır da şu gölgelerin asıllarını bir gör a akıllı!
Senin canının içinde bir can var, o canı ara! Dağının içinde bir hazine var, o hazineyi bul !
Bilgisizlerin sohbetini taşa çal! Çengelini uyanık bilginlerin eteğine tak !
Değersizlerle bir an bile vakit geçirme! Çünkü ayna suda kalırsa paslanır.’
‘Gerçekten de biz, emaneti göklere, yeryüzüne ve dağlara arz ettik. Derken onlar, onu yüklenmekten çekindiler ve ondan korktular ve onu insana yükledik; şüphe yok ki o, çok zalim oldu, çok bilgisiz bir hale geldi.’ Bir bak da gör, göklerden aklı şaşırtan ne işler meydana gelmede.Taşları lâl, yakut yapıyor; dağları altın, gümüş madeni haline getiriyor. Otları, yeryüzünü coşturuyor, diriltiyor, ölümsüz cennete çeviriyor. Yeryüzü de tohumları benimsiyor, meyvalar veriyor, ayıpları örtüyor; şaşılacak şeyler meydana getiriyor. Bütün bunları yapıyorlar ama onlardan o bir tek iş meydana gelmiyor da o tek işi insan başarıyor.
Şimdi gelelim sözümüze: Sen, ben kendimi yüce işlere harcamadayım. Fıkıh, felsefe, mantık, astronomi, tıp daha da başka bilgiler öğreniyorum diyorsun. Bunların hepsinin sonucu da kendin için. Kimse, elinden ekmeğini almasın, elbiseni çalmasın, seni öldürmesin de sağ-esen kalasın diye hukuk öğreniyorsun. Gökyüzünün durumunu, yıldızların yeryüzüne etkilerini anlamak için astronomi belliyorsun. Bunların hepsi de sana ait. Düşünürsen anlarsın ki temel sensin, bunların hepsi de senin parça- buçuğun….
Zavallı insan, kendisini hakkıyla tanıyamadı, bilemedi. Fazîlet makamından geldi, lakin noksan âlemine düştü.
İnsan kendini ucuza sattı. Atlastı, kendini bir hırkaya yamadı gitti.
Yüz binlerce yılan ve dağ, insanın hayranı iken, o niçin yılanın (mal ve mülkün) hayranı ve dostu oldu?
İnsan bir dağa benzer. Böyle sağlam iken insan nasıl aldanır, fitneye düşer de yılan gibi mal ve mülke hayran olur?
Senin şu yiyip içmekten, şu yatıp uyumaktan başka bir gıdan daha var. ‘Rabbime konuk olurum, o beni doyurur, suvarır’ denmiştir ya. Bu dünyada o gıdayı unutmuşsun da şu gıdaya dalıp gitmişsin; gece gündüz bedeni beslemektesin. Sonucu şu beden, atındır senin; bu dünya da o atın ahırı. Atın gıdası, ata binene gıda olmaz. Onun da kendine göre gizli bir uykusu, gizli bir gıdası, gizli bir beslenmesi var. Ama sana hayvanlık üst olmuş da atın başucunda, atların ahırında kalakalmışsın.
Ey kerem sahibi dinleyiciler; bu dünya bir ağaca benzer. Biz de onun üstünde tam olgunlaşmamış meyveler gibiyiz.
Ham meyveler ağacın dallarına daha iyi yapışmışlardır. Oradan kolay kolay kopmazlar. Çünkü ham meyve, saraya ve köşke layık değildir.
Ancak meyve olgunlaşıp tatlılaşınca ve görenlerin hoşuna gidince, dalları gevşek tutarlar, hemen düşüverirler.
O saadet ve ikbalden adamın ağzı tatlanınca, insana dünya mülkü soğuk gelir.
Dünya dalına sıkı sıkı sarılmak ve bir şeyde taassup göstermek hamlıktır.
“Biz insanı en güzel şekilde yarattık.” âyetini oku. Ey dost, en değerli inci candır.
En güzel sûrette olan insan, hem arşın hem de düşüncenin üstündedir.
Bu paha biçilmez şeyin değerini söyleyecek olursam ben de yanarım, duyan da yanar.(Mesnevî’den)