Hırs, acı, zulüm, adaletsizlik etrafında dönüyor dünya. İnsanlar öyle bir hale getirmişler ki dünyayı cazibesini yitirmiş artık. Sanırım şu içinde bulunduğumuz dönemi yazsak ne ciltler yetecek ne de yazılacak olaylar... Yetmezmiş gibi bir de yeni akım ve oluşumlar doğuyor ki her biri farklı bir çizgide. Üstelik ümmet olmamız için midir ki sadece tek yönlü bir menfi olay değil karşılaştığımız, kesretten vahdet misali tüm dertlerin yahut günahların vahdet çizgisindeki çoklukla buluşma hali...
Ve küreselleşen şu dünya sisteminde bir o kadar belirsizlik, bulanıklık, yabancılık had safhada! Çok uzakta olan bir ülkede yaşanılan vakayı duyma yönünde şahit oluyoruz, fakat doğruluğu bulanık bir suda yüzüp görünmeyen balık misali. Müminin basiret ve feraseti belki de parçaları birleştirip bütüne kavuşturuyor bir nebze.
Çok yönlü olaylar yaşıyoruz. Kıyıya vuran insanlığın ölümü, kimin kanının kimin elinde belli olmadığı öldürülmeler, düşmanların emelleri, manevi çöküntüyle ahlak erozyonu, Müslümanlara dönük bir hüzün, zulüm altında inleyen mazlumlar, birleşemeyen diller ve gönüller, ihtilaf zenginliktir fakat ihtilafın bu kadar da derinleşmesi ve her konuda aykırı düşünmeler... Ve en önemlisi hala Mescid-i Aksa yetimliği içinde olmamız!
Ve en önemlisi şu zamanda tüm her şeyin her olumsuzluğun altında yatan yegâne sebep İslam düşmanlığı… Bu dinler savaşıdır! Parti, ülke, toprak, benlik savaşı değil. İslam'a karşı cephe almış tüm beşeri sistemlerin savaşı. Artık olaylar ve zaman bunu çok öncesinden göstermiştir.
Şimdi diyorum ki; şu çağı bir durdursak ve herkes kendisine dönse azıcık. Çok yorulduk bu haberlere bir mola versek beynimize, dinlendirsek ruhumuzu. Tüm insani fonksiyonumuzun canlandığı yerde vicdana ve de ruha teslim olsak ve tefekkür biçsek payemize.
Bıktık değil mi bu dünya olaylarından, zulüm ve de ölüm haberlerinden, bu yaşamdaki adalet ve de barış getirmeyen kuru kalabalıklardan, boş laflardan, çok konuşmaktan... Sahi, herkese sorsak, bıkmışlığın haberini alırız halet-i ruhiyelerinden!
Öyleyse bu koşuşturma içinde ve kendimizden başka neyi düşündüğünüz/düşlediğiniz her şeye bir dakikalığına ara verelim. Bir reklam kısalığında özümüze dönelim. Ve soralım; ne yapıyoruz, nereye gidiyoruz, amaç ve gayemiz ne, kime hizmet ediyoruz ve bu dünya için harcadığımız yaşam emeğinde fonksiyonumuz ne?
Siz memurlar, kahvede oturan amcalar, okula gitmekte olan öğrenciler, evde oturan anneler, işe gitmekte olanlar. Siz devlet başkanları, bakanlar, yönetenler, görevliler ve tüm insanlar... Yapmakta olduğumuz ve gitmek istediğimiz hedefimizin yönü ne? Ama her soruya vicdan derlemesi yapalım, kendi doğrularımızı bir kenara bırakıp, saf bir düşünce suyunda ölçüp biçelim kendimizi. Biraz Âdem'(a.s)den sual çalıp, yaratılış gayemize ışık yakıp, şeytani emelin çizgilerine eğilelim.
Tefekkür dışında çok doluyuz, meşgalemiz çok, vakit bulamıyoruz kendimize. Oysa insan kendinden başlamalı ilkin. Diyor ya şair ‘ burası dünya ve biz artık çok sıkıldık.' Bu sıkılmışlık içinde, bu girdap içinde kendimize dönüşümüzün olması gerekir. Hakikaten bu dönüş için yeterince uygun bir zaman değil mi? Herkesin bol keseden konuşup, hemen her gün yeni bir olaya uyanıp, birazda zulümatın çoğaldığı bir zamanda münzevi bir yalnızlığa çekilip sual etmemiz kendimize. Tabi sorasında büyük bir enerjiyle tekrar dönüşümüz olacak topluma... Fakat azıcık fırsat verelim kendimize.
Bir genç güzel olmayan bir örtüye bürünürken kimin ekmeğine yağ çalıyor? Çantasında kimin fotoğrafını taşıyor? Bir genç hangi safta ve hangi yolun savunucusu? Aklı ve kalbi kiminle? Tutkusu neyin izinde? Hangi kitabı okuyor? Bir anne hangi hayatı sunuyor çocuğuna, değersiz bir dünya geleceği için mi tüm çabası? Bir baba topluma nasıl bir aile vadediyor? Yoksa sigara dumanı altında kahve köşelerinde sadece gündemi diline malzeme edip tartışmak mı insanlarla? Bir öğretmen öğrencilerine insanlık dersi mi veriyor yoksa ilkelerine göre insanlığı ayrıştırıp menfi bir öğreticilik mi uyguluyor? Bir başkan adalet mi düşlüyor ülkesine, yoksa kendi çıkar hesaplarının peşinde mi? Özgürlüğün yaşantısına mı önem veriyor yoksa dilde kalan bir tek cismine mi? Kim niçin öldürüyor, katillik sıfatı çok mu hafif geliyor çıkarının yanında?
Ve binlerce soru... Kişi kendisini sorgulamadığı sürece topluma bir fayda veremez. Meşguliyeti fazladır, çok çalışır, topluma bir faydasının olduğunu zanneder. Fakat kendisini unuttuğu zaman hiç hatırına tefekkür ayırmadığı zaman o yolu değişir, olumsuzluğa doğru yol alır. İşe kendimizden, yola kendimizden başlamalı.
İşte şimdi tam zamanı... Durduralım şu çağı herkes kendine dönsün ve sağlıklı hesaplaşma sonrasında tekrar karışırız bu toplum içine...
Hayırlı gelecekler... Baki muhabbetle