Hamd, insanı yeryüzünde halifesi kılan Allah’a; selât ve selam ilmi miras diye bırakan, ümmetini her yüzyılda müceddidlerle müjdeleyen Peygamber efendimize, âline, ashabına, o müjdeye nail olmuş müceddidlere ve onların yolunda yürüyenlerin üzerine olsun.
Müslümanlar, İslam güneşi doğduğu günden o güne kadar hiçbir zaman sancaksız, livasız ve başsız kalmadı. Zaman zaman bazı sıkıntılar olsa da birileri hep bu sancağı kaldırmış ve yürütmüştür. Belki bazen sultanlar, melikler sancağa layık ol(a)mamışsa da İslam toplumları her zaman Müslüman ve Mümin olarak kalmış ve İslam’a hizmet etmişlerdir.
Ama takvimler 3 Mart 1924’ü gösterdiğinde, İslam ümmeti tarihinde okumadığı, görmediği bir şeye tanık oldu: Artık tüm Müslümanların sesi olacak, bir araya getirecek sancak ve otorite (hilafet) yoktu. Tüm Müslüman milletler birbirine yabancılaşıp birbirini tanımaz hale geldi. İnsanları kardeş kılan iman, etkinliğini kaybedip gönüllere haps oldu.
İşte o gün, İslam’ın doğduğu günle irtibatının kesilmesi istendi ve bu yaptıkları ile Müslümanları bir daha ayağa kalkamayacak bir duruma getirmek istediler. Ama iki ilahi müjdeyi unuttular; “Kafirler istemese de Allah nurunu tamamlayacak” (Saf-8), “Şüphesiz ki, Allah her yüzyılın başında ümmete dini ihya edecek bir müceddid gönderecektir”.(Ebu Davut, Melâhim)
Tarihler 14 Ekim 1906’yı gösterdiğinde Mısır’ın Mahmudiye kentinde, dini bir daha ihya edecek, gönüllerden mescitlere, mescitlerden meydana, meydanlardan yönetime taşıyacak olan mümtaz şahsiyet Hasan el-Benna gözlerini dünyaya açtı.
İmam el Benna İlim, irfan sahibi bir ailenin çocuğu olarak doğar ve tasavvufla büyür. İlimle hareketi beraber götürür. Genç yaşlarda ümmetin içinde olduğu durumu çok iyi analiz eder ve çözümler üretmeye başlar. Daha genç yaşlarda “Haramlarla Mücadele Cemiyeti’nde çalışmalarda bulunur.
Tabi tüm bu İslami çalışmalarla birlikte okumayı ve ilmi çalışmalarını bir tarafa bırakmıyordu. Okumayı ve kendini geliştirmeyi çalışmasının bir parçası olarak görüp, gençlik döneminin en faydalı bir dönem olduğunun inancıyla çalışıyordu.
Kendisi gençliği şu sözlerle ifade ediyordu: “Geçmişten bugüne gençler toplumların uyanışının direği, her uyanışın gizli gücü ve her düşüncenin sancaktarı olmuşlardır.”
Hasan el-Benna’nın mücadele ettiği dönem İslam ümmetinin en zorlu dönemine denk geldi. Müslümanlar her yönüyle sömürülmüş ve hakları ellerinden alınmış bir dönemine tanıklık etmesine rağmen umudunu kaybetmez, her taraftan üflenerek söndürülmek istenen mumu (dini) yakmaya ve ihya etmeye çabalıyordu.
Tüm İslam beldelerinin sömürülmesi ve özellikle Hilafetin kaldırılması tarihte bir kırılma noktası oldu. İmam el Benna tüm bu olanlara rağmen umudunu kaybetmedi ve tarihler 1928’i gösterdiğinde o güne kadar birçok çalışmada beraber olduğu az sayıda arkadaşıyla Müslümanları aynı çatıda toplayabilecek, herkese kucak açabilecek “Müslüman Kardeşler Cemaatini” kurdu.
Ümmetin ihtilaflarla bozuştuğu bir dönemde şöyle seslendi: “İttifak ettiğimiz konularda yardımlaşalım, ihtilaf ettiğimiz konularda birbirimizi mazur görelim.”
Hiçbir Müslümanın uğraşını küçük görmedi. Sadece mescit ve okul inşa eden vakfa ziyarette bulunduğunda kendilerine şöyle dedi: “Siz mescid inşa edin, bizlerde sizlere sacidler yetiştirelim.”
Din düşmanlarının “artık İslam’ın yeryüzünde hüküm sürmesi imkânsız” dediği, Müslümanlarında ümitlerini kaybettiği bir dönemde şunları haykırdı: "İslam, hayatın bütün yönleriyle ilgilenen kapsamlı bir sistemdir. O, devlet-vatan, hükümet ve millet ilişkisini düzenler. O, ahlaki bir karakter ve güç, rahmet ve adalet, kültür ve kanun, bilim ve hukuktur. Çalışma ve zengin olma, müreffeh bir hayat yaşama durumudur, Cihad ve tebliğdir. Doğru bir akide ve kulluktur."
İslam, Şehit Abdülkadir Udeh’in ifadesiyle “Mensupları cahil, bilginleri aciz” bir haldeyken, her bir cemaat ferdini bir davetçi kılıyor ve Müslüman Kardeşler Hareketi tüm dünyaya davetçi pompalayan fabrika haline getiriyor. Bu şekilde alimler, zalim sultanlara “dur” demeye başlıyordu.
Ümmetin âlimleri, ümmetin sorunları görmekten korkuyorken imam el Benna hepsini çözüm üretmeye ve ümmete umut aşılamaya davet ediyordu. Bu çalışmasının neticesinde Muhammed Ğazzali, Şa’ravi, Mustafa Meşhur ve daha niceleri gibi ümmetin sorunlarını tespit edip çözüm üreten âlim ve mütefekkirler yetişti.
Hasan el-Benna, ümmete gayret ve azim neticesinde imkânsız görünenleri bir bir yıkmayı öğretiyordu. Davet yolunda yorulmak nedir bilmez. 12 yıllık kısa bir sürede, ulaşımın kısıtlı ve zor olduğu bir süreçte 12 bin köyü ziyaret eder ve İslam davasını oralara götürür.
Ümmetin özgürlüğünün merkezi olan Filistin’i, Mescid-i Aksa’yı unutulduğu ve devletlerin görmezlikten geldiği bir dönemde Mısır’dan mukaddes topraklara mücahitler gönderir ve orada destanlar yazdırır. Nitekim Filistin’e hakkıyla sahip çıkan Ş. Ahmet Yasin ve Abdülaziz Rantisi gibi yiğitler bile, onun okulunun öğrencileriydi.
Sadece Mısır’la kalmadı, gittiği her yerde kendisiyle beraber davasını götürdü. Mısır’da Ezher Üniversitesini fırsat bilip, İslam ülkelerinden gelen âlim ve mütefekkir kişiliklerle iletişime geçti ve davayı onların vesilesiyle ülkelerine yaydı. Daveti sadece Mısır’da değil, daha hayattayken birçok İslam beldesine ulaştırdı. Bugün Müslüman kardeşler teşkilatı 80’den fazla ülkede faaliyet yürütmektedir.
İslam’ı salt hükümlerden müteşekkil görmedi ve Tasavvufu da metodunun bir parçası olarak görüp şöyle ifade etti: “Tasavvuf ilimlerinin bu kısmının -ki ben bunu eğitim ve yaşayış ilmi olarak adlandırmaktayım- İslam’ın özünden ve kendisinden olduğuna dair hiçbir şüphem yoktur.”
Ümmetin bu girdaptan çıkışını ilim, amel ve maneviyata bağlayarak şöyle ifade ediyordu: “Ezher’in ilim gücü, tasavvufun manevi ve Müslümanların amelî gücü bir araya gelse, ümmetin içine düştüğü bu girdaptan sağ salim kurtulması kaçınılmaz olurdu.”
Hasan el-Benna; inandığı, eziyet ve işkence gördüğü, gece-gündüz demeden koşuşturduğu İslam davası uğruna canını vermekten geri durmadı. 12 Şubat 1949 yılında Ramsis meydanındaki Müslüman Gençler Derneği’nden çıktıktan hemen sonra uğradığı silahlı saldırıyla şehit edildi. Dirisinden korktuğu gibi cesedinden de korkan despot yönetim cenazesine sadece ailesinden sayılı kişinin katılmasına müsaade etti.
Geriye ondan birçok şey kalmakla beraber şu cümleleri halen kulaklarımızda çınlamaktadır: “Allah yolunda ölmek en büyük arzumuzdur. Gençler: İşimiz vaktimizden çok! Yarınlar, rahatlarından vazgeçenlerindir.”
Benim için İmam Hasan el-Benna, Akif’in bu dizelerini pratiğe dökmüş kişidir:
Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhamı
Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı
Ümmet için Hasan el-Benna 20. Yüzyılın müceddidi ve mütefekkiridir. İsmiyle müsemma hem Hasan (güzel) hem de el-Benna (bina, inşa eden) kişidir. Bundan ötürü asrımızın müfessirlerinden İmam Şa’ravi şöyle der: “Müslüman Kardeşler Cemaati, kökü sağlam, dalları göğe yükselen bir ağaç gibidir. Onu dikenden ve devam ettirenden Allah razı olsun…”
Yarınların bizlerin olacağı umuduyla, Allah’a emanet olun…
Söz&Kalem | Ahmet Karaduman