Çalışmak başarının en bilinen yoludur. Kendine ait metodolojisi olan ve sistematik bir yol çizilmesi gereken önemli bir mercidir. "Çalışma Yolları, Çalışmanın Verimliliği vb. " üzerine onlarca yazı yazılmıştır fakat benim asıl hedefim çalışmanın yollarını anlatmak veya çalışmanın faydalarından bahsetmek değil. Daha çok " Çalışmamıza kaynaklık eden bilgilerin kaynağı ne? Bilgi çağı adını verdiğimiz bu dönem o kadar şeffaf ve masum mu? Objektif olması beklenilen bilim subjektif bir hal almış mı? " irdelemek, bu soruların cevapları üzerinde durmak istiyorum.
Eğitim anlayışındaki bilgi kuramı gerçekten de çok farklı ideolojiler tarafından başka başka anlamlar yüklenerek lanse edilmiştir. Muazzam manipülasyonlara alet olan bu kuram, eski dönemlerden günümüze kadar çok fazla insanı bahsi geçen ideolojilere devşirmek için kullanılmıştır. Bu devşirme projesini de özellikle eğitim üzerinden yürütmektedir. Buna örnek olarak bilimin dogmatik olmadığını savunmakla beraber bilimin içinde herhangi bir ilahi veya semavi bir etkinin olmadığını, bu etkilerin de bilime kaynaklık edemeyeceklerini hararetli bir şekilde savunmaktadırlar. Bununla beraber modern batı aristokratlarının antidogmatik bir bilim oluşturma söylemleri ise son zamanlarda hat safhaya ulaşmış bulunuyor. Kendilerince bilimsel araştırmalarında bilimin; İslam gibi dogmatik bilgi temelli, geride kalmış bir düşünce yapısına sahip bir pencereden bakılmamasını canhıraş bir şekilde savunmaktadırlar. Bu sapkın ve hiç bir bilimsel kanıtı olmayan teze karşılık kendi içlerinde yaşayan bir aristokratın açıklamaları gerçekten de olanları aşikar ediyor.
Gelin birde bu zihniyetin kendi içinden çıkan düşünürlerinden Dostoyevski'yi dinleyelim: "İrfan dediğimiz meleke, insanı yalnızca bildiklerinin sınırı içinde bırakmaz; insan, irfanla bildiklerinden bilmediklerine de varır. Oysa halihazır uygarlık(batı uygarlığı), insanı bildiklerinin ötesine geçirmek, bildiklerini aşmak şöyle dursun, bildiklerinden bile emin kılamıyor. Bu, “bilim" denilen hadisenin insan zihnini tökezletmesi, onun kendine güvenini sarsması, insanın "hür düşüncesini" zincirlemesi olayıdır. Oysa bilim havarileri tam da aksi kanaattedirler. Bilimsel düşüncenin hür düşünceyle eş anlamlı olduğunu söylerler. Bilimsel düşünceyi bir bakıma insanın tabularla, dokunulmaz sanılan şeylerle mücadelesi diye görürler. Avrupa'da, dogmatizme karşı verilen kafa savaşının başlangıçta böyle bir niyet taşıdığını kabul etsek bile, bilim bugünkü kimliğiyle yeni bir tabu, yeni bir dogma çıkarmıştır ortaya: bilim."
Dönemin pozitivist eğitim anlayışında kullanılan sözüm ona "bilgi" kuramı bize "neden" sorusuna değil de "nasıl" sorusuna cevap vermektedir. Bu ayrılık yukarıda bahsettiğimiz manipülasyon projelerinden biridir aynı zamanda. İslami ahlakımızı ve anlayışımızı pekiştirmek için "nasıl" sorusu tek başına bilgiye kaynaklık etmemektedir. Bunun sebebi İslam'ın yukarıda bahsedilen Avrupai ülkeler gibi dogmatik bilgi temelli olmamasından kaynaklanıyor. Çünkü sadece "nasıl" sorusuyla sınırlandırılmış bilgi dogmatik bir bilimin önüne geçemiyor maalesef. Bundandır ki İslam bize bir olayın içindeki hem bilimselliği hem de hikmeti yani işin irfani boyutunu araştırmamızı istiyor. Buna kanıt olarak Kur'an'daki ayetlerin birçoğunun sonunda "... Düşünmez misiniz? ", "... Akletmez misiniz?" gibi bizi hem hikmet nazarıyla hem de bilim nazarıyla bakıp düşünmeye ve araştırmaya sevk eden ayetlerin çokça mevcut olmasıdır. Sonuç olarak biz bilgiye "neden" sorusunu sorarak yaklaşırsak peyder pey sorular bizi Allah'a, "neden" sorusunun içindeki hikmete yaklaştıracak ve bundan sonra da "neden " sorusuyla temellendirilmiş "nasıl" cevapları bile bize istediğimizi verecektir.
Yukarıda bahsi geçen eğitim yolunun yuvası olan okullar... İşin bir de okul tarafı var maalesef. Maalesef diyorum çünkü okul, öğrenciler için bir eğitim ve öğretim yuvası olmaktan, ders gören dimağlara İslami bir şuur kazandırmaktan çok uzak kalmış durumda. Gönül isterdi ki hocalarımız bize "Big Bang(büyük patlama) Teorisi" ni anlatırken nasıl oluştuğuyla değil de neden oluştuğuyla derse başlasa. Bizlere öncelikle Allah'ın bu evreni hangi hikmetle yarattığına bahsetse keşke. Lakin durup yarının geleceğini hazırlayan eğitim yuvalarına baktığımızda değil Allah u Teala' bun evreni hangi hikmetle yarattığı, kimin yaptığına dair bir bilgiye veya dipnota bile yer vermekten aciz kalmış, dar kalıplara sığdırılmış bir müfredat ile karşılaşıyoruz maalesef. Tabi ki bu durumun böyle olması bizi bıktırmayacak, bizlere geri adım attırmayacak. Aksine üzerine daha fazla yoğunlaşmamıza vesile olacak. Yukarda bahsettiğimiz gibi "neden" sorusunun hikmetini anlayıp "nasıl" sorusuyla kavradığımız hikmeti örneklendirmemizi ve bununla birlikte imanımızı kuvvetlendirmemize olanak sağlayacak.
Bu mesele ile ilgili aklıma Üstad Bediüzzaman Hazretleri 'nin hapishanede iken yanına gelen genç lise talebelerine ettiği vaaz u nasihatleri geliyor. Üstad genç lise talebelerine: "Allah' a yaklaşmak için dersleri anlatan hoca, öğretmen vb. anlatanlardan hikmet beklememek gerekir. Hikmeti dersin kendisinden çıkarmak lazım gelir." diye nasihatte bulunur. Yani dersteki hikmet kavramını kendimiz anlamak için gayret göstereceğiz daha sonradan öğretmenimizin anlattıkları bizlere örnek teşkil edecek. Hikmetimizi güçlendirecek bir materyal oluverecek.
Karşımıza çıkan bu bozuk zihniyetin vehameti ne olursa olsun o zihniyetten gerçekten hikmet çıkartılabilir. Üstadın dediği gibi, "Elîm musibetlerde, ne vakit kadere İmân cihetine bakardım, musibet gayet hafifleşiyor görüyordum. Ve "Kadere İmân etmeyen nasıl yaşayabilir?" diye hayret ederdim."
"Ey musîbetzede! Musîbetin içinde bir nimet mündericdir(yer almıştır) . Dikkat et onu gör." Demek ki etrafımızda var olan kötülüklere karşı bize düşen görev o kötülüğün içindeki iyiliği bulmaktır. Hal böyle olursa o güzel hikmet vecihleri imtihanı hafifletir, katlanılabilir bir hale getirir. İmtihan içindeki hikmetleri bulmak ümidiyle.
Hüseyin Salık