Teknoloji hayatımızın hemen hemen her alanını işgal etti. Bir taraftan hayatı değiştiren, kolaylaştıran, işleri çabuklaştıran teknolojik ilerlemelerin hayatımıza daha neler katacağını merak ederken, diğer yandan da bu ürünlerin hayatımızdan çıkarıp aldığı manevi ve kültürel değerlerimizden uzaklaşmanın doğuracağı tehlikeli sonuçları düşünüyoruz. Her yeni gelişmenin kaçınılmaz bir faturası oluyor. Ve bu faturaların yükü her geçen gün arttıkça artıyor. İnsanı mutlu edeceği zannedilen teknolojik gelişmeler, büyük boşluklar ve ızdırapların kaynağı oluyor. Tehlikeli bir yolda ilerlediğimizin endişesini taşıyoruz. İnsanlık, bu yolun sonunda bir kıyamet olur mu korkusunu yaşıyor.
Teknolojiyi tek başına suçlu gösterip mahkum etmek elbette doğru değildir. Suçun büyüğünü onu icat edip kullanan insanda aramak gerekir. Evet teknoloji, doğal ve tabii olanı değiştirme özelliğinden dolayı özünde olumsuzluklar barındıran bir şeydir. Tabiata bir müdahaledir. Ancak alınacak önlemlerle bu olumsuzlukları asgariye indirme imkanı da vardır. Bugün, hayatımıza giren yeniliklerin neleri değiştireceği ve bunun insana, topluma ve çevreye neye mal olacağının hesabından çok, piyasaya giren yeni ürünlerin ekonomiye ve onu üretenlere neler kazandıracağının hesabı ön planda tutuluyor. Daha açık bir ifade ile insanlar, bindikleri dalı kendi rızaları ile kesiyorlar. Yeni bir şeye sahip olup onu kullanmanın verdiği heyecan ve keyif, inanılmaz bir bağımlılığa dönüşüyor. Şairin de isabetle ifade ettiği gibi:
Beşerin böyle dalaletleri var
Putunu kendi yapar, kendi tapar.
(T Fikret)
Şimdi teknolojinin camilerimize neler getirip neleri aldığından biraz söz edelim. Önceki yazılarımızda bu konunun bir kısmına değinmiş ve teknolojik ürünlerin mabetler ve onların misyonları üzerinde bıraktıkları bazı olumsuzluklara değinmiştik.
Bugün elektrik ve aydınlatmayı ele alsak nasıl olur? Evet elektriğe ve onun hayattaki kullanımına karşı olamayız. Bunu öncelikle kabul edelim. Elektriği dışlar veya hayattan çıkarırsak, kurduğumuz modern dünyayı temelden yıkmış oluruz. Fakat diğer teknolojik ürünler gibi elektriğin kullanılmasında da bir ölçünün olması gerektiğini bilmek ve bu ölçü kaçırılınca ne tür olumsuzlukların ortaya çıkacağının hesabını da yapmak durumundayız.
Mescit'de aydınlığın, elektriğe bağlı ısınma ve serinlemenin bir zorunluluk olduğunu ifade etmeye gerek yoktur. Ancak eski taş yapılı camilerimizin kışın sıcak, yazın da serin bir ortam oluşturduğunu belirtmeden de geçmeyelim. Bunun aksine beton yapılar, kışın çok soğuk, yazın ise inanılmaz sıcak oluyor. Keşke camilerin temel yapısının taş olması korunabilseydi. Taş ve mermer her açıdan betondan çok daha sağlam ve sağlıklıdır.
Mescidin mimarisiyle beraber ışıklandırma ve aydınlatma sisteminin de mescidin amacıyla uyumlu bir yapıda olması gerekir. Beş vakit namazdan üçünün(Sabah, akşam ve yatsı) vakti karanlıktır. Bu vakitlerde aydınlatmanın olması zaruridir. Rasulullah (as)'ın döneminde de bu vakitlerde mescidin ışıklandırıldığına dair haberler vardır. Bu ışıklandırmanın bugünkü ölçülerde kuvvetli olduğunu düşünemeyiz. En güçlü ihtimalle o günkü ışıklandırma bugünkü mum seviyesindeydi.
İbadet mekanı olan camideki zayıf ve cılız bir ışıklandırmanın ibadetin manevi hazzını yakalamak açısından daha elverişli olduğu muhakkaktır. Günümüzdeki mevcut güçlü ışıklandırma sisteminin ibadet ve duadan manevi verim almayı azalttığını belirtmek gerekir.
Aslında cami ve orada kılınan ‘namaz' manevi ışık kaynağıdır. Namaz kılan insan bu manevi kaynağa ulaşmak için maddi olan her şey ile ilişkisini en aza indirgemek durumundadır. Manevi olanı kavrayıp yakalayacak olan kalbin maddi uyarıcılarla meşgul edilmemesi lazımdır.İnsanın dış dünya ile olan ilişkisini sağlayan göz,kulak vb duyu organlarının sükunet halinde olması gerekir ki manevi kalp rahat hareket edip açılabilsin.
İşte böylesi bir manevi hasılatın elde edileceği mekanların maddi unsurlar ile dolup taşması ne derece sağlıklı ve doğru olur? Cami içinin en ince ayrıntısını, küçücük bir tozu bile gösteren güçlü bir ışıklandırma sistemi, nazarları dış dünyaya çevirecek ibadetin manevi huzurunu elde etmeyi büyük ölçüde engelleyecektir.
Peki nasıl bir ışıklandırma sistemi olsun?
Evet bu konuda asıl mesele camideki aydınlatma sisteminin ibadetin ruhunu zedelemeyen bir seviyede olmasını sağlayabilmektir. Geceleri dünyamızı ışıklandıran ay ışığının bizlere bu konuda bir fikir vermesi gerektiğini düşünüyorum. Camideki aydınlatma sistemi buna yakın bir seviyede ayarlanabilirse gözü rahatsız etmeyeceği gibi, gönle ve duygulara da ferahlık ve sükunet verir. İnce ruhlu insanlar ay ışığına aşıktırlar. Parıldayan aya karşı bakışlarımızı uzun bir süre ayırmadan tutabiliriz.Hem ay ışığını seyrederken hiç rahatsızlık duymayız.Hatta ay ışığı insan ruhuna şifa verir dersek abartmış olmayız.
Sonuç olarak bugünkü cami aydınlatma sistemini yeniden ele alıp düşünmekte büyük yarar vardır. Manevi nur ve ışık kaynağı camiler oluşturmak dileğiyle Allah'a emanet olun.