Bir yıl geçti. Ömrün ne kadar kısa olduğunu da iliklerimize kadar hissettirdi. Üzerinde o kadar çok şey yazılıp çizildi ki; o kadar şarkı bestelendi ki; o kadar çok yorum yapılıp bir o kadar fikir üretildi ki; doğrusu fazlasını da hak eden bir destandı 15 Temmuz Kıyamı.
Bin yıllık tarihin bir ilkidir 15 Temmuz Kıyamı, Anadolu ve çevresinde yaşayan halklar için. 15 Temmuz kalkışmasını küçümsemek bizatihi darbeciliktir. 15 Temmuz ihanetini memleket sınırları ile sınırlı görmek/göstermek ahmaklık değilse ihanettir. 15 Temmuz Halk Kıyamı'nı hafife almak müstemlekeciler adına hafiyelik değilse bile hafifliktir; tarih ve sosyoloji cahilliğidir.
15 Temmuz kalkışması küresel bir organizasyondur. Yerel taşeron(şarlatan) kullanılmıştır. Tahribatının su halkası gibi dalga dalga yayılacağı bir uluslararası ifsad teşebbüsüydü. İslam'ı batının emrinde protestanlaştırma projesinin en büyük hamlesiydi; satılmış zombi kılıklı ruhlar ile(ruhsuzlar) halka havadan ve karadan ateş etmek.
Evet, üzerine ciltler dolusu kitaplar, tezler yazılacak kadar girift, karmaşık; ayrı bir sosyoloji, harmonik bir ideolojiye dayanan nev-i şahsına münhasır bir ihanettir 15 Temmuz kalkışması. Yezid'den Haşhaşilere; Belam Baura'dan Müseylemetül Kezab'a, tarihte yaşanmış ihanetlerin bütün renklerini barındıran bir teşekküldür FETÖ. Ta en başından bu yana gerçek yüzünü gören bu kardeşiniz ve arkadaşlarının ancak darbe teşebbüsünden sonra gözlerini açabilen bu günün hızlı kalemşörlerine diyecek çok sözü varsa da gün buna müsait değildir ve bu hakkımızı çantamızda tutuyoruz.
Esas meseleye dönecek olursak, Çanakkale'den bu yana gerek Anadolu coğrafyasında, gerekse diğer İslam coğrafyalarında bütün bedelleri dindarlar öderken, sefasını müfsitler sürmüştür.
Eğer darbe başta ABD olmak üzere batı ve Körfez hainlerinin tezgahladığı ve desteklediği bir organizasyon ise -ki bunda şüphe yok- o halde bu güçler savaşa dahil bütün enstrümanları devreye sokmaktan imtina etmeyecekler/etmiyorlar da. İçerde ve dışarıda kullanabilecekleri her kişi kesim ve devleti kullanmaktan geri kalmayacaklardır/kalmıyorlar. Ve bu çatışma gizli- açık on yıllarca sürecektir. Ve bu dalgaların karşısında durabilmenin en sağlam yolu halkın desteğini almaktan geçer. Bu desteği almanın en iyi yolu da birçok milleti ve rengi barındıran halkımıza eşit ve adil davranmaktan geçer. Özellikle direnişin/kıyamın omurgasını oluşturan ve ölüme koşan dindar damardır. Bu damarı sadece büyük ameliyatlarda devreye sokup, rahat zamanlarda bypass etmek geleceği tehlikeye sokmak açısından büyük handikaptır. Protokollerde en önde görünen o kadar çok Recep Tayyip Erdoğan düşmanı var ki maazallah bir fırsatını bulurlarsa biriken ve bastırılmış öfkeleriyle neler yapabileceklerini düşünmek bile istemiyorum.
Çanakkale'de can veren dindarlar oldu kazananlar ise Fransa laisizmi, İtalya hukuku, La din alfabesi, Alman takvimi, İsveç şapkası… ve ABD'nin “bizim çocuklar” dediği darbeciler oldu.
Temmuz'dan bu yana söylem olarak doğru ancak konjonktürel olarak oluşturacağı algı açısından talimat gibi kabul edilecek olan “partiye mürid almıyoruz” sözü pratikte oldukça karşılık bulmuş durumda ve devrimi yapan dindar damar adeta tasfiyeye tabi tutulmaktadır. “Vardır bir hikmeti” hezeyanıyla bu süreçler geçiştirilmeye çalışılsa da FETÖ'nün oluşturduğu boşluğun bir önceki darbeci kafalarla doldurulduğu, kıyamın ulusalcı bir renge evrildiği bilinmektedir.
Bu unsurların uluslararası güç odaklarına angaje yapılar oldukları biliniyorken uluslararası darbeci aklın boş durmadığı, körfez ülkelerinin darbe girişimindeki katkıları ve para akışı biliniyorken ülkeyi sadece ölüneceği zaman çağırdığınız dindarlarla tam manasıyla buluşturmalısınız. Artık dindarlar ‘evdeki bulgur' olmamalılar.