Siyasal çözüme dayalı Astana süreci tam da can çekişirken son toplantıda çok önemli bir karara imza atıldı.
Garantör ülkeler, iç çatışmaların yoğun yaşandığı dört ayrı bölge için “Çatışmasızlık” üzerinde anlaştılar. Buna göre önce çatışmasızlık durumu tesis edilecek, bunun için garantörler kendi birliklerini konuşlandıracak, insani durumun düzeltilmesi sağlanacak ve siyasal uzlaşı süreci işletilerek bir “Çözüm umudu” yeşertilmeye çalışılacak.
Garantörler bunu yaparken bağlı kalacakları en önemli ilke ise, “Suriye'nin toprak bütünlüğü” olacak.
İlk etapta bir “umut ışığı” belirse de bu formül yine de birçok riski barındırmaya devam edecektir.
Öncelikle “Garantör ülkeler” arasında bir “güven sorunu” bulunmaktadır. Bu açıdan söz konusu yeni süreç, “güven” için yeni bir test aşaması olacak.
“Terör” kapsamına alınan gruplarla bu süre içerisinde mücadele edilmeye devam edilecek olması nedeniyle teröristlikle suçlananlar ile suçlanmayanların iç içe geçmiş olmaları, yeni sürecin en büyük handikaplarından birisi olacak.
“Suriye'nin toprak bütünlüğünün” esas alındığı yeni süreç, Suriye'yi bölmeye çalışan Amerikan dezenformasyonları karşısında zorlu günler geçirecek.
Neden mi?
Trump yönetiminin sıklıkla dillendirdiği ve kimi haber ajanslarına göre “Arap NATO'sunun” kimi bileşenleriyle müdahale etmeye hazırlandığı “Güvenli bölgeler” formülü henüz devreye girmeden Astana'daki aktörlerin bu yönde adım atmaları, bu adımın Amerika'nın muhtemel girişimine karşı bir “ön alma” girişimi olarak göze çarpmaktadır.
Şayet Astana kaynaklı bu girişim, Amerika'nın “güvenli bölge” girişimine karşı bir hamle ise, Amerikan cephesinin bu hamleye karşılık vermesi kaçınılmaz olacaktır.
Peki, Amerika karşı atak babından nasıl bir sabotaja girişebilir?
Bununla alakalı ilk akla gelen sabotaj formülü, defalarca denenen ve denendikçe daha fazla kabul gören infiale ayarlı katliam tabloları yeniden baş gösterebilir.
Suriye'de defalarca tekrarlandığı gibi, ne zaman ki bölgesel veya uluslararası alanda siyasal çözüme dayalı bir hareketlilik baş gösterse, hemen akabinde infiale ayarlı kitlesel sivil katliamlar devreye girmektedir. Özellikle defalarca tekrarlanan kimyasal katliamlar zamanlama açısından irdelendiğinde, bu durum hep karşımıza çıkmaktadır.
Astana sürecinde alınan son kararlar ne derece uygulanır bilinmez. Ancak kritik bir eşiğe doğru adım atılmış olması, manipülasyonlara açık eylemlere de kapı aralamaktadır.
Bu süreçte Amerika'nın güdümündeki kimi gruplara, bilhassa yardım kuruluşu kisvesi altındaki kimi cambazlara, özellikle de cansız bedenler üzerinden “melek pozuna” bürünen “Beyaz Baretlilere” dikkat etmekte fayda vardır.
Yeni Astana sürecinin başka riskleri de vardır.
Garantörler, çatışma bölgelerine kendi askeri birliklerini konuşlandıracaklar. Hangi ülke hangi bölgedeki gruplar üzerinde etkili ise muhtemelen oralara askeri güçlerini yerleştireceklerdir. Bu durumda riskli olan iki nokta göze çarpmaktadır. Bunlardan birisi İdlib, diğeri ise Kunaytra bölgesidir.
Varılan uzlaşmaya göre belli noktalara yerleşecek askeri güçler, aynı zamanda oradaki “Terörist gruplarla” da baş etmeye çalışacaklar. Çünkü bu esnada “Terörist gruplarla” mücadele devam etmiş olacaktır.
Bu durumda büyük ihtimalle Türkiye, İdlib bölgesine yerleşecek. Dolayısıyla burada etkili olan ve “Terör” parantezinin tam ortasında yer alan eski adıyla Nusra, yeni adıyla HTŞ ile mücadele Türkiye'nin baş etmeye çalışacağı en ciddi sorun olacaktır.
Zorluk açısından Kunaytra bölgesi de İdlib'den geride olmayacaktır. Kunaytra bölgesine hangi ülkenin askeri gücünün yerleşeceği şimdilik belli değil. Ancak Kunaytra, israil'i fazlasıyla ilgilendirmesiyle dikkat çekmektedir. israil'in zaman zaman Suriye'ye dönük saldırıları genellikle bu bölgeyi kapsamaktadır. Nedeni ise Hizbullah'ın buraya yerleşme ve israil'e karşı Lübnan'dan sonra ikinci bir cephe açma politikasıdır. Buraya hangi garantör askeri güç sevk etse de buranın örtülü bir israil-Hizbullah mücadelesi alanına dönüşmüş olması, bu noktanın garantörünü epeyce terletecektir.
Bu arada Dera ile beraber Kunaytra bölgesinin de Amerika'nın “Güvenli bölgeler” ajandasında yer aldığını, buraya Ürdün ordusu ile birlikte müdahale etme planının bulunduğunu, bunun da daha ziyade israil'in arzusu ve güvenlik endişesinden kaynaklandığını belirtmiş olalım.
Sahada garantörler arası güvenin tam inşa edilmemiş olması, “Terörle mücadele” olgusu, Trump'un “güvenli bölgeler” formülüne çomak sokma girişimi, israil'in yaptığı güvenlik endişesi gibi mülahazalar, Astana aktörlerinin baş etmeye çabalayacağı başlıca sorunlar olacaktır.
Tüm bunlar, aslında karar alan Astana garantörlerinin işlerinin pek de kolay olmayacağını göstermektedir.
Her şeye rağmen yine de kolay gelsin diyelim.