Allah kurdun yediği koyuna, yani mümine der ki: “Günah kurdunun kopardığı tozu gördün de ne diye melemedin? Yani istiğfar edip Hakk’a sığınmadın? Ne diye seslenmedin?
Koyun, yani hayvan tabiatlı kişi, günah kurdunun kopardığı tozu bilemedi; kendi aklına bilgisine güvendi de, dünya nimetlerinden yararlanmaya daldı.
Aslında koyunlar bile kendilerine zarar verecek, onları paralayacak kurdu kokusundan tanırlar, bilirler ve ondan uzaklaşırlar.
Hayvanlar bile aklederler, aslanların kokusunu duyarlar da otlamayı bırakır dağılırlar.
Sen de ey Hak âşığı! Allah’ın öfke aslanının kokusunu alınca, günah yerinden geri dön,
Allah’a yalvarmaya, yakarmaya dua etmeye başla!”
* * *
Adamın biri yola diken dikiyor, halka da eziyet ediyordu. Ona denildi: 'Şu dikenleri sök yoksa kök salıp güçlenseler sökmesi zor olacak; sen de güçten düşüyorsun, diktiğin dikenler gençleşiyor sen yaşlanıyorsun biraz tez ol'.
Her bir kötü huyunu bir diken bil; dikenler kaç defadır ayaklarını yaraladı, artık yürüyemez hale geleceksin, çabuk ol.
* * *
Öküzün biri, ansızın Bağdat'a gelir. Ve şehri bir baştan öbür başa dolaşır. Bağdat şehrinde hoşlandığı nimetlerden yalnız kavun ve karpuz kabuklarını görür.
Öküzle eşeğin seyrine layık olan şey, ya yolda dökülen ve saçılan samandır ya da yolların kenarında biten çayır çimendir.
Ey akıllı, sen başını yerden ve yerdekilerden kaldır da yukarılara bak. Yoksa eşekler ve öküzlerin ahırında onlarla beraber kala kalırsın'.
* * *
Bir dere kıyısında yüksek bir duvar vardı; duvarın üstüne de bir dertli susamış çıkmıştı. Suya ulaşmasına o duvar engel oluyordu. Susuz adam su için balık gibi kıvranıp duruyordu. Ansızın suya, bir kerpiç parçası attı; suyun sesi bir söz gibi geldi kulağına. Hem de tatlı mı tatlı bir sevgilinin sesi gibi… Suyun o sesi şarap gibi sarhoş etti adamı. O mihnetlere uğramış adam, suyun tertemiz sesini duymak için oradan, suya kerpiç atmıştı. Sudan da ses geliyordu: A adam diyordu su; bana kerpiç atmaktan, beni taşlamaktan ne fayda var sana?
Susuz adam dedi ki: A su, iki faydam var; bu taş atmaktan hiç el çekmeyeceğim. Birinci fayda, suyun sesini duymam; o ses susuzlara rebap sesidir sanki. Suyun sesi İsrafil’in sesine döndü; ölü, bu sesten hayat elde etti, diriye döndü. Yahut ilkbahar günlerindeki gök gürültüsüne benziyor…Bağ-bahçe o ses yüzünden bunca güzellik elde eder. Yahut zekat verilişi zamanında yoksula çağırma sesi sanki. Yahut da mahpusa kurtuluşu müjdeleyen ses. Rahman’ın, Yemen’den Muhammed’e erişen ağızsız soluğuna benziyor. Yahut şeriat sahibi Ahmed’in asiye şefaat çağında erişen soluğa benziyor. Yahut da güzel Yusuf’un, zayıf Yakub’un canına vuran kokusu gibi.
Öbür faydası da şu: Her kerpici koparıp attıkça arı-duru suya biraz daha yaklaşıyorum. Kerpici her koparışımda yüksek duvar, kerpicin azalması yüzünden biraz daha alçalıyor. Duvarın alçalması bir yakınlık; onun ortadan kalkması ise kavuşmak, buluşmak olacaktır.
İşte secde etmek de ‘Secde et de yaklaş’ ayetinde olduğu gibi duvardan kerpiç koparmaya benzer, yaklaşmaya sebep olur. Suyun sesine daha fazla aşık olan, duvardan daha büyük taş koparır, atar…
* * *
Dünya bir dağa benzer. İyi olsun, kötü olsun, ne söylersen onu duyarsın dağdan. Bir güzel söz söyledim, dağ çirkin cevap verdi sanırsan yanılırsın, buna imkan yok. Bülbül dağa karşı şakısın, çilesin de dağdan karga sesi gelsin; yahut insan seslensin de dağ eşek anırışıyla yankılansın; mümkün değil. Şayet eşek anırışı duyuyorsan iyice bil ki anırmışsın.
Dilerim bu gök kubbe, daima hoş sesli kılsın seni.