Hatırlarsanız üç hafta önce ABD Dışişleri Bakanlığı, yayınladığı Uluslararası Dini Özgürlükler Raporunda Türkiye'de son dönemde kendilerini rahatsız eden hususları işledi. Bunlar; imam hatip liselerine ilginin ve yönlendirmenin çok aşırı boyutlara ulaşması, kamu kurumlarında başörtü serbestisinin çok yaygın hale gelmesi, memurların Cuma namazına gitmesinin önünün açılması, Ayasofya'nın cami olması ile ilgili tartışmaların artması gibi konulardı.
Ve piyasadaki brandalı Fetö aygıtları, bilumum sol artıklar, kullanışlı seküler fosil parçacıkları hatta bir takım ahmak aklı evveller, bir dolarlık nakaratlarla harekete geçtiler:
‘Cemaatler kapatılsın, İmam hatipler kapatılsın, Din Tüccarları..”
Doğu Perinçek'in, 10 Mart 2014 tarihinde cezaevinden çıkarken, “tüm cemaatlerin kökünü kazıyacağız” deyişini de şöyle ufaktan bir not edip devam edelim.
Halihazırda, Başbakanlığın Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu'nun resmi internet sayfasına gittiğinizde Tekke ve Zaviyeler'le ilgili şu ayrıntıyı görürsünüz: “Türkiye Cumhuriyeti artık, şeyhler, dervişler ve müritler memleketi olamazdı. İşte 30 Kasım 1925′te kabul edilen bir yasayla tekke, zaviye ve türbeler kapatıldı; türbedarlıklar ile şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik, seyitlik, çelebilik vb. birtakım unvanlar kaldırıldı.”
Yani bugün, büyük şeytan da, taa dünyanın öbür ucundan bunu fısıldıyor: “Siz, çelişkili davranıyorsunuz, Misak-ı Milli'yi size neyin karşılığında verdiğimizi unutuyorsunuz..”
Şu aralar, malum ABD'nin bir süre daha ayakta kalabilmesi için çok acil ve sürekli paraya ihtiyacı var. Körfezden aldığı haraç, bohçasındaki delikleri kapatmaya yetmiyor. Geçmişte savunmalarını üslenip tüm gelirlerini sağdığı Japon ve Güney Kore'li müttefiklerinden bile daha fazlasını istiyor ve bu yüzden o adacıklarda suların biraz ısınması işine geliyor. Ama bunun gibi küçük hilelerin belki de hiç biri, onun için Türkiye'deki sistemin güvenliği kadar onu ürkütmüyor. Neden? Zira burası, hem varlığını onun varlığına armağan ettiği siyonist rejimin geleceği için, hem İslam aleminin kendi içinde devamlı karışık olması zarureti için, hem de bu bölgedeki bol süt veren ineklerin sağlığı için çok önemli..
‘Bunun için çocuklar, boşverin Kim Yong'un füzelerini filan, siz şu Allah diyen sofilerle, dindar halkla, namazını kılan gençlerle, İslamın şiarlarına sarılan İslami cemiyet/cemaat/grup/hareket ve yapıların mensuplarını korkutun, aşağılayın, sarsın, hadi göreyim sizi.'
“Yes sir(emredersiniz). Cemaatler, bakın devleti ele geçiriyorlar, kadrolaşıyorlar, sömürüyorlar, bir de boncuk israfı yapılmış koltukta mülayim mülayim oturup, takke, sakal düğün yapıyorlar, insanların beyinlerini ele geçiriyorlar, dar kalıplara hapsediyorlar, modern dünyaya ayak uyduramıyorlar ve daha neler neler..”
Yaz gelince eriyen kardan adamları delil gösterme kurnazlığı ile tilki taklidi yapan soytarıların, cemaatlerin tehlikelerine karşı devletlüleri uyarmalarıyla eş zamanlı olarak “İmam hatip liseleri militan yetiştiriyor” diyerek saldıran zatın, ne söylediğine geçmeden Mevlana hazretlerinin şu metaforunu hatırlayalım.
Adamın biri, güvendiği vaize şöyle sormuş:
- "Ey vaiz minberde senin gibi güzel anlatan, senin gibi güzel öğüt veren birini daha görmedim. Sana bir sualim var, lütfedip bana cevap ver."
“Bir binanın çatısına bir kuş konsa, bu kuşun başı mı daha üstündür, kuyruğu mu?"
Vaiz bu garip soruya şöyle cevap verdi:
- "Kuşun ne tarafa döndüğüne bakmak lazım. Eğer yüzü şehre, kuyruğu köye doğruysa; başı kuyruğundan üstündür. Yok eğer kuyruğu şehre, başı köye doğruysa; kuyruğu başından daha üstündür." dedi.
Arkadaş, İmam hatip liseleri ile ilgili bir endişeni mi dile getiriyorsun. Hay hay seni dinleyelim. Ancak başın ve kuyruğun ne tarafa dönük önce buna bakmamız gerek. Daha önce başı da kuyruğu da batılı efendilerine dönük olanların hali meydanda iken, sen bu ülkede medrese, tarikat, tekke, Kur'an kursu kapatma konusunda adli sicil kaydı bulunan hizmetlilere altı yönünü de dönmüşsün.
Ne diyelim. Hani mitingde otobüsün hemen önündeki bir vatandaş, Erdal İnönü'ye, “konuş be koçum, konuş be koçum” diye avazı çıktığı kadar bağırınca, İnönü, bir süre sonra dayanamayarak, o da ona bağırmıştı ya: “Ne yapıyoruz burada armut mu topluyoruz, konuşuyoruz işte..”
O yüzden, “konuş be koçum, konuş, nereye döndüğün belli olsun yeter..”