Gök kubbe altında yeni ve söylenmemiş hiçbir söz olmadığını bilsek de her halde aynı ve ya benzer sözleri söylemeye devam edeceğiz. 7-8 Martta Diyarbakır'da yapılacak olan Kürt meselesine İslami çözüm çalıştayında söyleneceklerin en veciz ifadesini Merhum Akif aşağıdaki mısralarda özetlemiştir.
Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez;
Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez.
“Müslümanlık'ta “anâsır” mı olurmuş? Ne gezer!
Fikr-i kavmiyyeti tel'in ediyor Peygamber.
En büyük düşmanıdır ruh-i Nebî tefrikanın;
Adı batsın onu İslâm'a sokan kaltabanın!
“Medeniyyet!” size çoktan beridir diş biliyor;
Evvelâ parçalamak, sonra da yutmak diliyor.
Kürt sorunu, Akif Merhumun kısaca “Medeniyet” bazen de “Garp” olarak ifade ettiği son zamanlarda da “Küresel Emperyalizm” olarak tarif edilen kâfirlerin Müslümanlara yönelik sömürü ve saldırılarının bir neticesidir.
Kâfirlerin son yüzyıldaki en büyük keşifleri ya da başarıları Ay'a insan göndermeleri değildir. Aksine tarihi husumet üzerine inşa edilen “Hilal-Haç” mücadelesinde Hilal'in Haç'a âşık kılınmasıdır. Yani kısaca “celladına aşık olma” sendromu.
Muhtemelen çözüm arayışının adı “İslamî” olsa da Avrupaî reçeteler allanıp- pullanıp havalarda uçuşacağından endişeliyim. Katılımcılara saygısızlık etmek gibi olmasın ama korkarım en çok konuşulacak kavramın “demokrasi” ve türevleri olmasıdır. Belki çalıştayın başlığında “İslam” olduğundan birlik ve beraberliğe vurgu yapan Ayet ve hadisler dile getirilecektir ama sonucun şuna bağlanmasından kuşku duyuyorum. “Biz ancak bu ayet ve hadisler ışığında daha demokratik! bir toplum olabiliriz.” Umarım düşündüğüm gibi olmaz. Bu düşüncem bir vehimden ibaret kalır.
Mesela veda hutbesinde yer alan “Cenab-i Hakk her hak sahibine hakkini vermiştir” sözünün üstüne ne söylenebilir ki? Müslümanların, hakkın yegâne meşru kaynağının “Hak Teala” olduğu bilincine varmaları daha ne kadar sürecek? Bir talebin haklı olup olmadığının aranacağı metinler ne zamana kadar vahşi Batı'nın bize sunduğu/dayattığı paçavralar olacaktır?
Rabbimizin sadece “tanışalım” diye bizi farklı yaratmasını “çatışalım” diye bize tefsir edenleri ne zaman tespit edip ümmetçe yüzlerine tüküreceğiz?
Anayasalar genellikle “toplumsal mutabakat metinleri” olarak tarif edilirler. Ancak uygulamada çoğu anayasanın teorik tarifinin aksine güçlünün zayıfı ezmesine, sömürmesine dayanak kılınan “dayatma” metinler olduğunu görüyoruz. Örneğin halen uygulamada olan anayasa metni silah zoruyla dayatılan bir metin değil midir?
“Cenab-i Hakk her hak sahibine hakkini vermiştir” buyurulduğuna göre bu hakların aranacağı metinler “Kitap ve sünnet”ten ibarettir. Her mü'min buna inanır ve “Cenab-i Hakk”ın verdiği haklarla yetinir. İyi incelendiğinde hakların aslında birilerinin hak sahibi lehine yüklendiği yükümlülüklerle belirlendiği anlaşılır. Evladın ebeveyne “ÖF” dedirtmemesi yükümlülüğü, ebeveynin evlat üzerindeki hakların geniş bir özetidir aslında.
Cenab-i Hakkın verdikleri ile yetinmeyenlere söylenecek söz “kendinize yeni bir din arayın” demekten ibaret olmalıdır. Müslümanların; ne haklarını keyiflerine göre sınırlama ne de çoğaltma lüksleri olamaz. Bu hududullahın çiğnenmesi olur. Müslümanlar için “hak belirleme” arayışları yeni din arayışlarından farksızdır ve son derece tehlikelidir. Müslüman için hak ve yükümlülükler bellidir. Yapılması gereken şey, Cenabı Hakkın verdiği haklar; ister devlet, ister cemiyet, isterse fert olsun her kim tarafından gasp edilmiş ise bundan alınarak sahibine teslim etmekten ibaret olmalıdır.
Umarım çalıştay, birilerinin haklarını tespit gibi bir yanılgıya düşmeden sadece gasp edilen hakların kimler tarafından gasp edilmiş olduğunu tespit ve sahibine iadesi için çaba sarf etmekle yetinir.
*Veda Hutbesi'nden