Artık alıştık! Bir değişim dönüşüm mü yapılacak, bir kanun mu değiştirilecek, yeni bir sürece veya moda mı evirileceğiz? Yöntem çok basit! Yapılmak isteneni çok iyi argümanlarla! savunanlar ile cılız ses ve argümanlarla reddedenler televizyonlarda günlerce tartıştırılır. Nerdeyse bu “kabul-red kadrosu” hiç değişmez. Sözüm ona halk inandırılır ve icazet alınır!. İcraat başlar. Son günlerde 15 Temmuz direnişi üzerinden tarikat, cemaat ve etrafında şekillenen STK’ları şeytanlaştırma hareketi de bu şekilde başlatılmıştır.
Dünyada belki de eşine az rastlanır bir kıyam/direniş ruhu ile İslam Coğrafyalarının tamamına örneklik teşkil edecek ve cesaretlendirecek bir kıyamdır, bir direniştir 15 Temmuz Kıyamı. Darbe girişimi Aziz İslam’ı maske yapanlar tarafından yapıldığı halde ve henüz, halkımızı ilim, irfan, merhamet ve adalet erdemleriyle besleyen dindar damar ve kanallarımızın bir çoğu bu gerçeği o gece bilmediği halde ve esasen o gece bu dindar damar ve kanallarımızdan bir sessizlik veya zımni bir destek ve hoşnutluk bekleniyorken (CHP/HDP’nin tavrı gibi) tam tersine o gecenin direnişinin ana gövdesinin, halkımızı ilim, irfan, merhamet ve adalet ruhu ile besleyen bu halk hareketlerinden gelmesi her türlü takdirin üstündedir ve yüzyıllık üzerine atılı iftira, kir ve çamurdan alnının akıyla çıkmanın hikayesidir. Direniş analistlerini şaşkına uğratmıştır. Bütün öngörüleri alt üst etmiştir.
Aslında halkımızın kahir ekseriyeti zaten dindar ve rejimin dindarlar üzerinde oluşturduğu baskıdan bir çıkış yolu olarak birçoğu bir mürşide, bir STK’ye, bir cemaate ihtiyaç duymuştur. Bu ihtiyaç maalesef halen de olduğu gibi devam etmektedir.
Şehitler arasında bir ayırım yapma mânâsında değil ama 28 Şubat’ta 15 yaşında iken idamla yargılanan Halil Kantarcı, abdest alıp dışarı fırlayan ev hanımı Ayşe Aykaç, ünlü reklamcı Erol Olçok ve Abdullah Tayyip Olçok, ikiz polis kardeşler, işadamı Adil Büyükcengiz, dindardır diye ona bağlı olan ve “Reis emretti, çıkalım” diyen onlarca küçük esnaf ve görevi icabı şehid olan polislerden müteşekkil o gecenin şehitlerinin mütedeyyin rengi, o gece sokakta olanların rengini de belirliyor herhalde.
Kurtuluş Savaşı tablosuyla hem görsel hem de zihinsel olarak neredeyse birebir örtüşüyor 15 Temmuz Direnişi. Kurtuluş Savaşı’nda kağnı çeken çarşaflı Şerife Bacı ile 15 Temmuz’da hiç bilmediği kamyonun direksiyonuna geçerek meydana inen çarşaflı Şerife Boz niyet ve amel açısından bire bir örtüşüyorlar. Korkum o ki akıbet açısından da benzeyecek olmaları.
Kurtuluş Savaşı’nda cephede Müslüman halk mukaddesatı için ölmüştü. Oysa “masada” oynanan oyunlar ile başta çarşafı/örtüsü olmak üzere uğruna savaştığı bütün mukaddesatı ayaklar altına alınmıştı. Bu oyunlardan biri de Ayasofya’nın müzeye dönüştürülmesiydi.
Başa dönecek olursak, 15 Temmuz yıldönümünde iltifat bekleyen direnmiş dindar halkımızı, bir avuç ulusalcı, Kemalist, ırkçı, laik elitist ile buna sessiz kalmakla zımnen destekleme görüntüsü veren iktidar tarafından hem devletten temizleme emareleri gösteriliyor hem de cemaat veya tarikat aidiyeti şeytanlaştırılıyor. Canlı yayında “müsterih olun devleti tarikat ve cemaatlerden koruyoruz” diyen Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mustafa Akış, 15 Temmuz direnişine Kemalist bir elbise dikenlerin elbisesinin pazarlayıcısı gibi duruyordu. Başörtülüyü kamuya almamak ile ehil olsa bile aidiyetinden ötürü ve ihanet edeceği önyargısıyla tarikat ve cemaat mensubunu kamudan uzak tutma arasında hiçbir fark yoktur.
Hararetle tarikat ve cemaatlerin darbeci olduğunu savunuyor bu zevat. Haydi dindarlara karşı yapılmış önceki dört darbe ve post modern darbeyi yapan Kemalist ve laikler üzerinden de tüm laik ve Kemalistleri darbeci ve devlet erkinden uzak durulması gerekenler olarak ilan edin de samimiyetinize inanalım. Ki son darbe de yine dindar bir iktidara yapılmış olmakla bu gelenek değişmemiştir. Allah bilir ya; dindarlar o gece sahne almamış olsaydı bu elitist hokkabazın çoğu şimdi darbecilerin şakşakçılığını yapıyor olacaktı.