Türkiye'nin bir gerçeği olan Hizbullah cemaati, hep en iyilerini Allah'a feda etti. İşte onlardan biri daha. Hizbullah Cemaati'nin önde gelen isimlerinden biri olan Selahaddin Ürük, 1984 yılında cemaatle tanıştıktan sonra işini de bırakarak bütün vaktini İslami çalışmalara ayırdı. Zindan, hicret ve fedakârlıkla geçen bir hayat yaşadı. Üstadın Van Kalesi'nden düşerken “Davam, Ah Davam!” dediği gibi Selahaddin Ürük de dava için yapılması gereken fedakârlığın nasıl olması gerektiğini, örnek hayatı ile ortaya koydu. İşte bir evlat, bir eş ve bir baba olarak onu yakından tanıyan ailesinin dilinden Selahaddin Ürük…
TENEŞİR TAHTASINDA YÜZÜ ADETA GÜLÜMSÜYORDU
“Oğlum doğmadan önce Peygamber Efendimizi rüyamda gördüm, sırtımı sıvazlayıp bana dua ediyordu. Doğumuyla eve bereket ve şeref getirdi. Küçük yaşta Kur'an'ı okumayı öğrenip, evde Kur'an dersi vermeye başladı. Daha küçük olmasına rağmen bize cemaatle namaz kıldırıyordu. Gençliğinde dürüst, cesaretli biri olduğundan dolayı her zaman başımız ondan yana dikti. Böyle bir evladı kaybetmek, Hz. Yakub'un Yusuf'unu kaybetmesi kadar acıdır. Teneşir tahtası üzerinde ona baktığımda yüzü adeta gülümsüyordu. Allah bize bu acıyı yaşatanlara hakkımızı bırakmasın.”
İSLAM'I ONDAN DİNLEYİP DE KABUL ETMEMEK MÜMKÜN DEĞİLDİ
Onunla 1984 yılının başlarında nişanlandık. Onunla nişanlanmamız, benim İslami yaşam tarzına ilk adımı atmam oldu diyebiliriz. Nişanlılık döneminde beni yavaş yavaş İslami hayata alıştırmaya çalışıyordu. İlk istediği şey, namaz hassasiyetiydi. Evliliğimizin şartları fedakârlık üzerine kuruldu. Onun istediği ve üzerinde en çok durduğu noktalar, İslami hizmet ve misafir kabulüydü. Onun şahsında İslam'ın güzellikleriyle tanıştım. Öylesine mükemmel bir kimliğe sahipti ki, İslam'ı ondan dinleyip de kabul etmemek mümkün değildi. İslam'ı tatlı diliyle anlatarak ve yaşayarak insanlara kabul ettirme yeteneğine sahipti.
ALLAH'IN DAVASI OLMASAYDI ASLA ÇOCUKLARIMI GERİDE BIRAKMAZDIM
Yıllarca hicret hayatı yaşadı. Onu az görürdüm. Çocuklarını, evini, yurdunu, anne, babasını, makam ve mevkiini, maaşını kısacası her şeyini feda etti. Yıllarca anne, baba, evlat hasreti çekti. Hicret yıllarında büyük çocuklarımızı kayınvalidemizde bırakırdık. Onların yüzünü görmeye hasret kalırdı. Kelimelerin anlatmaya yetmeyeceği acılar ve hasretler yaşadı. Sürekli şöyle derdi: “Allah'ın davası için olmasaydı her şey bir yana asla çocuklarımı geride bırakmaz, onlardan ayrılmazdım.”
BU GENÇLERİN EĞİTİME İHTİYACI VAR
Birlikte kaldığımız zaman zarfında bana daima zorluklara hazırlanmamı söylerdi. Tekrar tekrar söylediği sözlerden biri şöyleydi: “Bu zamanda evde oturmak haramdır.” Bazen yoğun çalışmalarından sonra eve geldiğinde o kadar yorgun olurdu ki kendisine yemek getirilinceye kadar oturduğu yerde uyuya kalırdı. Bu esnada: “Bu gençlerin eğitime ihtiyacı var” şeklinde sayıklamasına defalarca şahit oldum.
ŞİMDİ YATMA ZAMANI DEĞİL!
Bazen gece yarısına kadar çalışırdı. Bize Arapça dersi verirdi. Sabah namazından sonra Arapça Kur'an tefsirini Türkçeye çevirerek bize öğretirdi. “Şimdi yatma zamanı değil çok az zamanımız var, bu imkânlar yarın elimize geçmeyebilir” diyerek tembelliğe asla razı olmazdı. Kadınların ve kızların eğitimi konusunda azami gayret sarf ederdi. Çok hassas olduğu noktalardan biri de kadınların ve kızların tesettürüydü. Kız çocuklarımız küçük olmalarına rağmen onların açık kıyafetler giymelerine asla izin vermezdi. Evin içinde dahi kıyafetlerin özellikle bol ve tam tesettürlü olmasını ister, aksi taktirde çok kızardı. En çok sinirlendiği noktalar, kadınların dar giyinmesi ve seslerinin erkeklere gitmesiydi. En çok karşı olduğu bir şey de israftı. İki çeşit yemek yaptığımızda kızar ve bir çeşit yemek yapmamızı isterdi. Zaman israfı noktasında da çok hassastı. Fazla uyku, gereksiz ev işleri, uğraştırıcı yemekler konusunda bizi uyarırdı.
ARTIK BEN ŞEHADETİ HAK ETTİM
Mükemmel bir eş ve mükemmel bir babaydı. Şehadetinden iki gün önce hayatını baştan sona bize anlattı. “16 yıldır evliyiz bu zaman yeter de artar bile, artık ben şehadeti hak ettim” dedi. Ben de “Bizi bırak da ümmetin senin gibilere ihtiyacı var” dedim. O da “Biz bir çığır açtık geride kalanlar da o çığırda yürüsünler. Allah'tan tek dileğim, O'nun açtığı çığırda yürümek ve bu yola feda olmaktır” dedi.
İSLAM DAVASI İÇİN HER ŞEYİNİ FEDA ETTİ
Bölgedeki İslami çalışmaların ilk tohumları ziyaretlerle atıldı. Çalışmanın öncüleri köy köy, kasaba kasaba, şehir şehir dolaşarak müspet gördükleri insanlara ulaşıyorlardı. 1983 yılının sonlarına doğru Mazıdağı'nda babam ile görüşülür. Babam, tanıştığı insanları Allah'ın bir nimeti görerek onlara eşlik eder. Etibank Fosfat İşletmeleri'nde muhasebe şefi olarak çalışan babam, Mazıdağı'nın değer verilen insanlarından biri olup mal, makam ve mevki sahibiydi. İslami davayla bağını kurar kurmaz bütün zamanını bu hizmetlere verir.
İSLAMİ ŞAHSİYETİYLE ÖRNEK BİR İNSANDI
İslam davasını Mazıdağı'nda yaymak için çarşı merkezinde Talebe Kitap Kırtasiye isminde bir kitapevi açar. Burada gençlere okumaları için ücretsiz kitaplar dağıtır. İslami yaşantısı ve güzel ahlakıyla sevilen babamın çevresinde gençler bir araya gelmeye başlarlar. Babam, gençlik yıllarında bile ailesi içinde sözü dinlenen, saygı duyulan biriydi. Aile büyüklerinin oturduğu meclislerde babasının yanında otururdu. Babası ve amcaları kendisine danışır, fikirlerinden istifade ederlerdi.
YARININ BÜYÜKLERİNİ YETİŞTİRDİ
Babam çalışmalarını lise öğrencileri üzerinde yoğunlaştırır, onlarla düzenli ve programlı çalışmalar yapardı. Haftanın bir gününde onları evinde ağırlayarak sohbet ederdi. Bir hafta boyunca okudukları kitaplar hakkında onlardan malumat alırdı. Onlara da tebliğ çalışmaları yapmalarını öğütler ve her hafta yaptıkları çalışmalar hakkında bilgi alırdı. Evinde gençleri ağırlaması ve onlara saygı göstermesi, anne ve babasının dikkatini çeker, “Oğlum! Şu çocuklardan ne istiyorsun? Yaşıtlarınla, kendin gibi mevki sahibi olanlarla gezsen daha iyi olmaz mı?” sorusuna muhatap olur. Yıllar sonra babasına o küçük çocukları göstererek “Bak baba! Çocuk dediklerin bugün kocaman adamlar oldular” diyerek çalışmasının semeresini babasına anlatmaya çalışır.
ALLAH'IN DAVASI İÇİN MEMLEKETİNİ TERK ETTİ
İslam'ın daha geniş alanlara yayılması gerektiğine inanırdı. Mazıdağı'ndan ayrılma zamanı gelir. Bu ayrılışını kendisi şöyle anlatır; “Etibank, Fosfat Tesisleri çalışanları için konutlar inşa etmiştir. Her çalışana bir dubleks daire verilmek üzere taksimat yapılmıştır. Bir gün ben ve bir arkadaşım taksi ile bu konutların önünden geçerken kendisine daireleri gösterip “Sitenin kapısında güvenlik var. Beni düşündüren, arkadaşlar geldikleri zaman bu güvenliğin sorun olabileceğidir” demem üzerine arkadaşım; ‘Sen burada oturacağını mı sanıyorsun?' deyince işten ayrılmam gerektiğini anladım ve 1988 yılında istifa ettim.”
Ailesini Mazıdağı'nda bırakarak Diyarbakır'a yerleşir. Burada bir muhasebe bürosu açar. Bu büro yıllarca İslami hizmetlerin yürütüldüğü merkezi bir yer olur.
CEZAEVİ SÜRECİ
Hayatını İslami hizmetlere adayan babam, Ağustos 1992 yılında gözaltına alınır. Atılı suçları kabul etmediğinden ağır işkencelerden geçirilir. Direnişiyle herkesi kendisine hayran bırakır. Nihayet çıkarıldığı mahkemece tutuklanıp Diyarbakır E tipi kapalı cezaevine gönderilir. Artık cezaevi süreci başlar. Yedi arkadaşı ile beraber aynı koğuşta kalır. Arkadaşları arasında görev taksimi yaparak işe başlar. Bir arkadaşı imam, bir diğeri müezzin, diğer birini TV'den sorumlu yapar. Böylece her bir işe bir arkadaşını sorumlu tutar. Siyer, Risale-i Nur ve İslam tarihi gibi kitapları temin eder ve ders halkası oluşturarak eğitim faaliyetlerine başlar. Cezaevine girdikten kısa bir süre sonra ziyaretine gelen kardeşi Osman'ın kullandığı araç kaza yapar. Annesi ve babası yaralanırken kardeşi Osman vefat eder. Yine bu dönemde Mazıdağı'nda yıllarca beraber hizmetler yapmış arkadaşı Abdulvahap Yersiz Hoca şehit olur. On ay sonra tahliye olur. 1994 yılında mahkeme sonuçlanır, gıyabi tutuklama kararı çıkar. Ancak kendisi ortadan çekilir. Farklı şehirlerde yaşamaya başlar. İslami hizmetlerini gittiği şehirlerde sürdürür.
DAVA ARKADAŞI ABDULLAH HOCAOĞLU'NUN DİLİNDEN
Onu tanıyan herkes bilir ki şehidin kendisini emniyete alma imkânı olmasına rağmen, davanın içinde bulunduğu hassas şartlardan dolayı hizmetin aksamaması için bunu yapmamış, tüm riskleri göze alarak hizmet alanında kalmayı tercih etmiştir. Aslında onun bu tercihinin aynı zamanda şehadeti seçmek olduğu da biliniyordu. Çünkü her gün yeni bir operasyonun yapıldığı, yoğun takip ve gözaltıların olduğu bir dönemde yapı ile diyalogda olmak, onun için riskin en büyüğüydü. O da, onu tanıyan tüm kardeşler de bunu bilmelerine ve hatta bazı kardeşlerin kendisine, bir süreliğine çekilip tedbir alması tekliflerine; “Ben belki kendimi emniyete alabilirim, ama böylesi hassas bir dönemde hizmet içinde olmamak olmaz” diyerek teklifleri kabul etmemiş, cemaatsel yapının operasyonlardan dolayı süregelen sıkıntılarını bertaraf edebilmek ve çalışmaların devam edebilmesi için elinden gelen gayreti göstererek canı pahasına büyük fedakârlıkta bulunmuştur.
CESARET VE FEDAKÂRLIĞIYLA ÖRNEK BİR İNSANDI
Şehid ağabeyimizin en belirgin özelliği; disiplinli, düzenli, planlı ve programlı oluşuydu. Her işine büyük hassasiyet gösterir ve programlarını muntazam bir şekilde uygulamaya çalışırdı. Bölgede birçok alanda İslami çalışmaların gelişmesi ve halkımızın bilinçlenmesi, Allah'ın yardımı ve onun gibi değerli şahsiyetlerin gayretleriyle olmuştur. Şehid, aynı zamanda büyük bir İslami birikime sahip, kültürlü ve oldukça da çalışkan bir şahsiyetti. Bulunduğu tüm alanlarda kendisiyle beraber çalışan kardeşleri için yol gösterici olmuş ve birçok kadronun yetişmesine de vesile olmuştur. Cesaret ve fedakârlığıyla her zaman örnek olan Şehid Selahaddin, daha önce gözaltına alınıp yoğun işkenceye maruz kalmış ve bir süre zindanda kalarak cemaatin zindandaki ilk kadrolarından olmuş ve orada da verimli çalışmalar yapmıştır. Zindandan tahliye olduktan sonra da çalışmalarına aralıksız devam eden Şehid, davanın en mahzun olduğu bir dönemde, yapılan bir operasyonda Şehadete kavuşmuştur.
Şüphesiz ki davalara öncü olan kadroların ve hizmeti yönlendiren böylesi azizlerin yerleri doldurulamaz. Ama onların, uğruna mücadele ettikleri davaları, bu yoldaki tecrübeleri ve öğretileri esas alınarak yolları sürdürülebilir. Onların yollarını sürdürmek demek, bıraktıkları mirasa sahip çıkmak, öğretilerine riayet etmek ve takipçileri olmak demektir. Şehadetleri mübarek olsun.