Bir önceki hafta “Cezaevlerinde Kardeşlerimiz Var” başlıklı bir yazı yazmıştım. Dar ve yüzeysel de olsa cezaevlerindeki kardeşlerimizin durumunu ele almış ve onları hatırlayıp, hatırlatmaya çalışmıştım.
Bu yazı konusu bir fırsat oldu. Çünkü yıllardır –özellikle de cezaevinde iken- yazmak istediğim bir başka konuya kapı araladı.
Yıllarını cezaevinde geçirip bedel ödeyenlere söz söylemek, tavsiyede bulunmak haddim olmasa gerek. Ancak hem cezaevi yatmış ve ailece de bu süreci yaşamış, aynı zamanda dışarıda da konuyla alakadar ve İslami hizmetin ihtiyaçlarını hasbelkader tespitte bulunan biri olarak beni mazur görsünler.
Özellikle bir Müslüman için cezaevinde olmak bir imtihan olduğu kadar, ilahi bir hikmettir de aynı zamanda. Bu hikmeti iyi görmek lazım. Cezaevleri ruhi, bedeni, akli terbiye ve gelişim yerleridir. Öyle ki buradaki terbiye ve gelişimle donanmış Müslümanlar tebliğ, davet, toplumsal ıslahat ve idarede öncü şahsiyetler olsunlar. Cezaevlerinin fonksiyonunun ne olması gerektiğini Allah Teâla, Hz Yusuf örneğinde bize göstermiştir. Cezaevlerine Medrese-i Yusufiye dememizin sebebi de bundandır.
Diğer boyutları bir tarafa, hikmet nokta-i nazarında Allah Teâla cezaevlerindeki kardeşlerimizi birer Yusuf yapmak istiyor. Ancak bizim de Allah’ın muradı doğrultusunda Yusuf olmamız lazım. Sabırda, tevekkülde, ibadette, duada, vahiyden beslenmekte, tefekkürde, güzel ahlakta, ortamı güzelleştirmekte, çevremizdekilere nasihatte, nefsimizi itham edip temizlemekte Yusuf olmak...
Aslında biraz da zülf-ü yâre dokunmak istiyorum. Gerçekten Allah bizi Yusuf yapmak istedi, biz de olduk mu? Son 15-20 yıl içinde hem de yıllarca cezaevlerinde kalmış Müslümanların sayısına kıyasen, cezaevi sürecinin hikmetlerini iyi görüp, oralardan yeterince istifade ettik mi? Cezaevi yatan binlerce Müslüman, binlerce Yusuf olabildi mi?
Allah var, Müslümanların cezaevleri süreci kahramanlıklarla ve faydalarla doludur. Ancak sayının genelliği, ehl-i hal ve ilmin yetişmesi, İslami hizmetin ihtiyaçlarının takviyesi, programlar geliştirme, müfredat ve malzeme oluşturulması konuları göz önünde bulundurulduğunda, maalesef hayıflanmamak elde değil.
Dışarının ihtiyaçlarına ve cezaevlerindekilerin kabiliyetlerine göre, Kur’an ve siyer temelinde uzmanlık alanları oluşturulmalı. Arapça alet ilimlerine yıllar kurban edilmemeli. Müctehit konumunda olanların sahip olması gereken gramer detayları, kısa süreli kalan ve o konumda olmayanların uğraşı olmamalı. Süresi ve seviyesine göre gramerle yetinilmeli. Çünkü gördüğüm kadarıyla bu konuda çok ciddi israflar yaşandı ve halen yaşanmaya devam ediyor. Keşke israf edilen hafızalar ve zamanlar, dışarının ihtiyacına göre daha verimli değerlendirilseydi.
Cezaevleri İslami hareketleri ve hizmetleri besleyen mekânlardır ve öyle olmalıdır. Çok ciddi düşünce ve dava adamları yetiştirmelidir cezaevleri. Bunun için de içerdeki Müslüman kardeşlerimiz cezaevlerini çok iyi, bilinçli ve programlı değerlendirmeli. Bunu yapmak için de aklını, fikrini, gözünü, kulağını, bütün ilgilerini dışarından alıp içeriye hasretmeli. Mademki nazarımızda orası Yusuf’un medresesidir, öyleyse orası içselleştirilmeli. Adeta isteyerek içeri girmiş gibi içeriyle barışık yaşamalı. Zihni, hafızayı, kalbi bulandıran televizyon zarurete indirgenmeli, hatta şahsi tercihle ihtiyaçtan çıkarılmalı.
Bir Müslümanın dışarıdaki kulluğu, ibadeti, okumaları, kısacası hayatı ile cezaevindeki hayatı biraz değil, yüzde yüz farklılık arz etse gerek. Benzer, birbirine yakın veya aynı seviye ve seyirde ise, Allah Teala “kulum dışarının Yusuflara ihtiyacı vardı, ben de sizleri Yusuflar yapmak istedim, sizler niye olmadınız, Yusufların yetişeceği yılları nasıl harcadınız” diye hesap sorar herhalde. Dışarıda da beklentileri hesaba dönüşen Müslüman bir halk var: “Şu kadar yıl cezaevinde kalmış, ama bir şey almamış” gibi sözler yürek burkadursun; toplumun hali, buna karşılık ehl-i irfan ve ilmin azlığı, İslami hizmetin ihtiyaçları… hepten kahrediyor.
Yusuflar olmak duası ile…
Doğruhaber Gazetesi