Günlerdir sosyal medya üzerinden tartışılan Müslüman tutsaklar meselesi var. Diyebilirsiniz ki ‘sadece sizin gündeminizde bu var, başkalarının gündeminde yok’ doğrudur ama bizim bunu başkalarının gündemine sokmamız için bu gerekli.
Gündem edeceğiz ve bu kardeşlerimizin haklarını savunmak için onların sesi, onların dili olacağız.
Herkes kendi üzerine düşeni yapmalıdır, sorumluluk ve vebal bu çığlığa kulak tıkayanların olacaktır. Geçen hafta da köşemin bir kısmını bu konuya ayırmıştım. Şuan cezaevlerinde yatan Müslüman kardeşlerimiz var ve ha bugün ha yarın müspet bir gelişme olur diye bekleyip duruyoruz, ama gelin görün ki Müslüman idarecilerin gündeminde sadece onlar yok. Sadece onlar için şu kahrolası zindan kapıları bir türlü açılmıyor. Onların dışındakiler kafileler halinde serbest bırakılıyor.
90’lı ve 2000’li yılların darbe anlayışıyla derdest edilen Müslümanlar, bilgisayar çıktılarıyla mahkûm edildi. O zamanlar devlet nezdinde –kendin, arandığını bilmesen bile- aranan birini tanıyor olman örgüt üyeliği ve 10 yıl civarı ceza alman için yeterli kanıttı.
Bugün Kandil’e yol-viyadük ve otoban ihtiyacı duyanlara anlayış gösterenlerin, 15 veya 20 yıl önce şunu-bunu tanımaktan hapis yatanları tamamen görmezden gelmeleri bir hukuk skandalı olmakla beraber bir insanlık ayıbıdır.
O zamanlar yapılan hukuksuzlukları ancak yaşayanlar bilir. Bırakın bir dijital oyun ve çıktı meselesi, insanlara olmadık şeyler yüklemek için yapılan işkencelerin haddi hesabı yoktu. Bu cehennemi ortamda alınan bütün ifadeler de kayda geçirilerek mahkemelere delil olarak sunuldu. ‘Atatürk’ü de ben öldürdüm’ türünden “itiraflar” o zamanki işkence ve zorbalıkların neleri kabul ettirmeye kâfi gelebileceğinin örneğiydi.
Dönemin iktidarlarının zihniyeti mucibince gerçek manada İslam’ı yaşamak isteyen gençlik hedefteydi. Bunun için senaryolar üretiliyordu ve o senaryolar üzerinden gerek fiziki gerek fikri olarak kendilerini Marksist-Leninist oluşumlardan korumak durumunda bırakılan gençler alınmaya başlandı. Polisin kurduğu senaryo birebir birilerine söyletilmeliydi ve bunun olması için de insanlar bir-iki-üç bazen altı ay gözaltılarda tutuldu. Senaryonun bütün parçaları tamamlanınca da insanlar sözüm ona ifade dosyalarıyla mahkemelere sevk edildi.
Geçenlerde değerli bir hukukçunun şu anlatımı aslında yargılama sürecini çok güzel resmediyordu. Müslüman bireyler gözaltılara alındı; polis onların üzerine olmadık şeyler yazıp çizdi, itiraz ettiklerinde de polis; ‘Biz sizi tutuklamıyoruz ki, zaten süreç var, bu işin bir de savcısı var, hâkimi var, orada itiraz edersiniz, dedi. Savcıya itirazlar yapılıyordu, bu sefer savcı ‘tutuklamayı ben yapmıyorum ki, onu mahkeme yapıyor, siz bunları hâkime anlatırsınız’ diyordu.
Dosya hâkime gidince de hâkim ‘her ne kadar bu tutuklama kararını veya cezayı veriyor olsam da unutmayın sizin itiraz hakkınız var, iş burada bitmiyor ki, bu işin bir de temyiz süreci ve yolu var, oraya itirazınızı yaparsınız’ diyorlardı ve topu Yargıtay’a atıyorlardı. Yargıtay da ‘benden önce polis, savcı, hâkim hepsi bu şekilde karar vermişlerse demek doğru olanı budur’ deyip dosyaları onaylayıp duruyordu.
Belki sanığın bireysel öfkesini de bertaraf etmek için maalesef yazılıp çizilen karalama ve suçlamalar bu şekil kesinlik kazanıyordu ve daha ilk başta yapılan işkenceli seanslar üzerine bütün yargılama süreci bina ediliyordu. Oysaki bu işin başlangıcı ve temeli yanlış ve yalandı. Hiç kimse bugün dahi işin o başlangıç kısmına dikkat çekmiyor. Oraya bakılmayınca da aslında her şeyin doğru olduğuna hükmediliyor ve ona göre insanlar mağdur ediliyor.
Her şeyi bir kenara bırakalım, siz müebbetlik insanları salıverdiniz, peki bu Müslümanlar için ne yaptınız? Kanunlar önünde herkes eşitse buyurun herkesi eşit tutun. Fazla bir şey isteyen yok zaten. Hadi diyelim ki siyasi irade birilerini salmak için şu dijital veri meselesini belli bir tarihle sınırlı tuttu, ya Anayasa Mahkemesi nasıl bunu eşitliğe aykırı bulmaz ve genelleştirmez. Anlamak mümkün değil.
Diyeceğim o ki, “Cezaevinde Müslüman Kardeşlerimiz var”. Onları unutmayalım, seslerine kulak verelim. Seslerini, duyamayanlara veya duymak istemeyenlere duyuralım.
Selam ve dua ile…