Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah'a; salât ve selam da O'nun pak Rasul'üne olsun.
Evlatlarımız… Ciğerparelerimiz… Dünyadaki en tatlı meyvelerimiz ve en çok üstüne titrediğimiz canlardır onlar. Doğumundan önce türlü türlü hayaller kurduğumuz, doğduktan sonra biraz zaman geçip de işin heyecanı azalınca kendimize benzettiğimiz taklitler onlar. Yahut tam tersine “Benim gibi olmasın, her şeyiyle Rabbine teslim olsun. İlmi, imanı, ibadetleri benimkinden kat kat ileri olsun.” diye kendileri hakkında dua dua Rabbimiz'e yakardığımız ve maddi olarak da bu hususta her imkânı sağladığımız geleceğimizdir onlar.
Kişi herkesi kendine rakip görse bile evladını görmez ve ister ki evlatları her yönden kendisinden iyi olsun. Birine nispet edilmek hoşumuza gitmese bile çocuğumuzun anne babası olmaktan onur duyarız çoğu zaman. “Falanın annesi/babası” diye anılmak kalbimize neşe verir. Hep onlardır hayatımızın odağındaki minik nokta, aynen yumurtanın içindeki kör nokta gibi. O nokta olmasa hayırlarımızın devam etmeme ihtimalini düşünür, üzülürüz. Bizim çocuğumuz olunca, olmayanlara da vermesi için Rabbimiz'e içli içli yalvarırız. Buna karşılık, dualar edilir evlatlarımız için, gelişigüzel “âmin” deriz ama duanın sonunun nereye varacağını hiç düşünmeyiz. Acaba “Eli ayağı düzgün olsun da, ne olursa olsun.” tarzı dualara nezaketen söylediğimiz “âmin” sözünün kabulü müdür mü'min ebeveynlerin dinden uzak evlatları?
Dikkate değer en önemli hususun namaz olduğunu düşünüyorum. İbrahim aleyhisselamın soyu için ettiği duasına baktığımız zaman, namazı ön plana çıkardığını görürüz:
“Rabbim! Beni ve soyumdan gelecek olanları namazı devamlı kılanlardan eyle; Rabbimiz, duamı kabul et!” (İbrahim Sûresi,40)
Nesiller sonrası için edilecek duayı Ulu'l-Azm bir peygamberden öğreniyoruz: Namaz!
Efendimiz'in (asv) vefatından hemen önce namazı tavsiye etmesi ve Hz. Ebu Bekir'in namaz kıldırdığını gördükten sonra huzur içinde gözlerini dünyaya kapaması, namazın ne denli önemli olduğunu anlamamıza yetecektir.
Yine Efendimiz'in (asv) “Çocuklarınız yedi yaşına gelince onlara namazı emrediniz. On yaşına gelip de kılmazlarsa onları hırpalayınız.” şeklindeki tavsiyelerine baktığımızda namazın çocuklarımız ve dolayısıyla gelecek nesiller ve İslam medeniyetinin inşâası için ne derece önemli olduğunu anlayabiliriz.
Konuyla ilgili ayetler, dualar ve hadis-i şerifler çoktur ancak bu kadarına da baktığımızda, genel itibariyle bizlerin, çocuklarımıza namaz hususunda gereken özeni göstermediğimiz aşikârdır-istisnalar af buyursun.
İlkokulda olup da başörtüsü mücadelesi veren minik kızlarımızın, namaz hususunda bırakın aynı gayreti göstermeyi, kimisinin namaz bile kılmadığı bilinen bir gerçek. İlk verilmesi gereken hassasiyet en sona bırakılınca, büyüdüğünde namazı en sona bırakan, son anda kılan, hatta arada kaçamak(!) yapan bireyler yetişiyor. Bütün ümmetlere emredilen bu en büyük ve en önemli ibadetin çocuklarımızın dünyasına son sıralarda sokulması gerçekten yürek parçalıyor.
Alak Suresinde, en azılı İslam düşmanından bahsettikten sonra Allahu Teâlâ, Rasulüne şöyle buyuruyor: “Hayır! Sen ona uyma! Secde et ve yaklaş!”
Her yokuşta, her engelde, her imtihanda, her musibette namaz… Her düzlükte, her bollukta, her güzellikte, her berekette namaz…
Çok yaşlı bir yakınım vardı. Çocukları bu şahsın namaz kılmaması için müftülükten fetva almışlardı. Kadıncağıza namaz kıldırmıyorlardı ama oruç tutmasına karışmıyorlardı. Bizim namaz konusunda çocuk eğitimimiz biraz da buna benziyor. “Hangi ibadet kolayımıza geliyorsa çocuğumuz onu yapsın, sorun değil; yeter ki bize yük olmasın!” mı? Allah muhafaza!
Evlatlarını öven ailelere dikkat ediyorum da hiçbirinde namaz göremedim. Ya uysallığı, ya yardımseverliği, ya başörtüsü, ya okul dersleri, ya Kur'an'ı erken yaşta öğrenmesi, ya da başka güzellikler…
Yenilerde anne olmuş biri olarak önce nefsime sonra siz kıymetli kardeşlerime bazı hatırlatmalarda bulunmayı vicdanıma bir borç bildim. Rabbim cümlemizin evlatlarını namaz âşığı ve namaz mücahidlerinden eylesin. En büyük derdimizi ve en büyük davamızı namaz eylesin. Rahman'a emanet olunuz.