“Coğrafya kaderdir” demiş İbni Haldun. Kader işte! Değiştiremezsiniz ki… Bazen “Afrika” olur adınız “kara” olur kaderiniz. Kiminde “beyaz” olur adı “Avrupa” olur kaderi. Kiminde sarı Asya, kiminde kızıl Amerika… Değiştiremezsiniz… Afrikalı iseniz Avrupa’ya da gitseniz “kara” kalır kaderiniz. Amerika’ya da gitseniz Asya’dan iseniz kısa boylu ve çekik gözlü kalırsınız. “Boyunuzu” uzatmaz, “gözünüzü” açtırmazlar.
Bu kader bazen “Hristiyan” olur bazen “Müslüman” bazen de “Budist”... Hindistan’da doğmuşsanız topal bir inekle aynı caddede yürümek olur “kaderiniz”. Almanya’da doğmuşsanız “refah” olur kaderiniz. Tel Aviv’de doğmuşsanız “öldürmektir” kaderiniz. İstanbullu isen sabah akşam ateistim desen de “Müslüman” safında ezer seni tanrı tanımaz Garbi.
Bu kader bazen Türkistan olur, bazen Kürdistan bazen de Arabistan. Elimde olsa ben nerede doğmak istediğimi bilirdim amma kaderimi değiştiremeyeceğim için niçin sizinle paylaşıp birileri tarafından paylanayım ki.
İslam inancında ve pratiğinde coğrafya evet kaderdir ama keder değildir asla. Ortak kaderin, ortak kederin ortak sevincin adıdır coğrafya inancımızda. Coğrafyalar genellikle üzerinde yaşayan kavimlerin adıyla anılmışsa da istisnalar hariç kavmiyet ayrılığın ve ötekileştirmenin malzemesi olmamıştır. Adalet yeryüzünün tamamında sağlanıncaya kadar; Allah’a iman veya red etme iradesi tamamen kişinin inisiyatifine geçinceye kadar ırk, renk, din farkı gözetmeksizin coğrafyayı genişletmek İslam inancının temel felsefesi olmuştur. 1400 yıl boyunca zorlanmadan İslam bayrağı altında yaşayan Ermeni mahallesinde doğan bir Müslüman olarak ancak içimize zerk edilen Batıcı tohumlar yeşerince onlarla aramızın bozulduğuna şahitlik edeceğim rûz-i mahşerde. Ve yine ancak Kürtlüğüm ve haklarım inkar edildikten sonra Türk kardeşlerimizle aramızın bozulduğuna şahitlik edeceğim Mahkeme-i Kübra’da.
Nitekim Batı(Avrupa) bunu ancak son yetmiş yılda anladı ve birbirinden elli milyon insan öldürdükten sonra “Avrupa Birliği” adıyla kader olan coğrafyayı keder olmaktan çıkardı. Kavmi sınırları sıradanlaştırarak dünya hâkimiyetini ele geçirdi.
Osmanlı iktidarının sonuna kadar da coğrafyalarımız ortak kaderimizdi. Batı, sınırlarını çok flu hale getirirken “bizde kesin, kalın ve kırmızı” çizgilere dönmesi için istilacı ve emperyal tüm hünerini kullandı ve maalesef başardı.
Efendim adam “Kürdistan” demiş. Vay ki vay! O zaman kıyamet koparılmalı ve ebediyen gün yüzü görmemeli o bölücü. Bir diğeri şeriat istemiş. Aman Allah’ım! Şehrin en merkezi yerinde ibreti alem olarak asmalı o yobazı. Bir başkası ana “dil demiş”. Dili koparılmalı onun ki bir daha konuşmamalı. Bir başka müptezel Atatürk’te “hata yapmış olabilir” demiş. Vay vatan haini vay! Arabistan’a göndermeli bu gericileri. Ya Batı Medeniyetini! aşağılayan “eski kafalıyı” “muasır medeniyet seviyesinin” neresine koymalı?
Peki ne yapmalı arkadaş? Padişahlık mı istemeli? Saltanat, hatta Hilafet mi istemeli? Padişahın kendisi “Kürdistan Eyaleti” diye fermanlar mühürlemiyor muydu? Tüm dil ve dinler serbest değil miydi?
Evet “seçim” yoktu ama seçimlerimiz sanki daha çoktu. Bir elimize “seçimi” verip diğerinden seçimlerimizin tamamını aldılar galiba.
Tarafların eylem ve söylemi tamamen kendi mahallesini tatmine yöneliktir ve biri diğerini besleyip büyütüyor. Batı’nın işini kolaylaştırmaktan başka işe yaramıyorlar. Hal böyle olunca ayrışma; dışa vurma imkânı olmasa da duyguda ve zihinde iflah olmaz bir derinlik kazanıyor. Benden söylemesi.
“Sus! Deli misin” diyorlar. Sanki!