Batı, kendi bağlamında sınır sorununu gideren, uluslararası politikalarda ortak hareket eden ve ortak para birimi kullanan bir konumdadır. Neredeyse nitelik ve nicelik yönüyle birliğini –bizim deyimimizle vahdeti- sağlamıştır. Ümmet bilincinin güçlü, canlı ve dinç olması gereken Müslüman ülkeler arasında ise dört yanları düşmanla(!) kuşatılmış bir algıyla sınır problemi, dil problemi, mezhep problemi güçlü bir haldedir.
Küresel emperyalizmin istikrarını tehlike gördüğü, inancını kendine düşman saydığı, maddi zenginliklerini menfaati için gerekli gördüğü coğrafyamıza hile, tuzak ve fitnesiyle abanması bu problemleri daha kanlı, daha ölümlü, daha yıkılmış yakılmış hale getirmiştir.
Haçlı seferlerinden bu yana İslam ümmeti üzerine kin, öfke ve imha politikası güden Batı, bunu son iki asırdır tamamen lehine çevirdi. Afganistan'dan Çeçenistan'a, Yemen'den Somali'ye, Mısır'dan Pakistan'a, Suriye'den Arakan'a oynadığı oyun tuttu.
Peki, nedir bu oyun?
Mevlana'nın mesnevisinde anlattığı ‘Kurt ve Öküz' hikâyesini bilen bilir. Rahmet, tanışma, paylaşma vesilesi olan ‘dil, din, kültür, cinsiyet' gibi farklılıkları kaşıyarak, ötekileştirerek ‘bölme, parçalama, imha etme' oyunudur. Bu oyunu beş yıla yakın bir süredir Suriye başta olmak üzere birçok İslam ülkesinde tekrar tekrar izliyoruz. Bir delikten ikinci kez ısırılmaması müminin güçlü bir vasfıdır; ama biz iman dinamiklerimizi nefis, çıkar dinamiklerimize kurban ettiğimiz için defalarca ısırılıyoruz. Şimdi de aynı oyuna –belki de daha beter, felaketli bir şekilde- Kerkük üzerinden geleceğiz gibi görünüyor.
Irak Kürdistanı'nın referanduma gitmesinden sonra gelişmeleri sıcağı sıcağına takip ediyoruz. Bugün gelinen nokta itibariyle Irak merkezi yönetimine bağlı güçlerin, güneyinde konuşlandığı ve kontrolü ele geçirmek için girmeye hazırlandığı Kerkük kentindeki gergin bekleyiş sürüyor. Kentin güneyinde konuşlanan Irak güvenlik güçlerinin, Kerkük Askeri Havalimanı ve petrol kuyularını Peşmerge'den geri almak için operasyona başlaması an meselesi. Savaş çığırtkanları ise tansiyonun yükselmeye devam ettiği bölge için avuçlarını ovuşturuyor. Türkiye ve İran'ın da bu savaşa iştahlı ve dâhil olacak gibi görünmesi endişeyi daha da artırıyor. Peki, niçin Kerkük diye sorulursa birkaç cevapla cevaplayalım:
· Kerkük bir petrol kentidir. Verilere göre, Kerkük'ün petrol rezervleri 8,7 milyar varil. Türkiye'nin bir günlük ham petrol ihtiyacı ise, günlük 700 bin varil. Irak petrolünün mevcut üretiminin yüzde 40'ı Kerkük'te gerçekleşiyor.
· Kerkük'ün nüfusu 1,4 milyon. Kentte Türkmen, Arap ve Kürt nüfus birlikte yaşıyor. Mesut Barzani, Kerkük'ü, "Kürtlerin Kudüs'ü" olarak tanımlıyor.
· Kerkük'ün statüsü… Kürtler, kentin IKBY'ye bağlanmasını isterken, Türkmenler karşı çıkarak, Kerkük'ün özel bir statüye sahip olmasını istiyor.
· Ankara çoklu etnik yapısı nedeniyle Kerkük'te tek bir unsurun baskın olmaması fikrini savunuyor. Bölgedeki farklı etnik grupların yönetimle ilgili bir mutabakata varmasını istiyor. Türkiye için hayati öneme sahip bir diğer nokta ise, Kerkük - Ceyhan petrol boru hattı Irak petrolünü Türkiye'ye taşıyor.
· IŞİD, KYB, IKBY, PKK, Haşdi Şabi gibi birbirinden farklı düşünce ve eylem taktiğine sahip ve her biri bölgesel ya da küresel gücün denetiminde olan yapıların varlığı.
Bu ve benzer daha birçok neden, meseleye kör, topal ve heves üçgeniyle müdahil olan ülke ve yapıları birbirine karşı bilemeye fazlasıyla yetiyor. Oysa nedenler ne kadar çoğalırsa çoğalsın birliğe, kardeşliğe, beraberliğe ve huzura ihtiyacı olan başta ümmet, genelde insanlık için çözüm ‘işgal et, vur, yık!'la değil; ‘selam ver, kucakla, anla, hakkını teslim et'le olur.