Rönesans, eskiden kopuş ile yeniye yönelişi benimseyerek düşünce tarihine yön veren felsefi düşünce akımı olarak tanımlanır. Rönesans felsefesinin ortaya çıkmasında etkili olan küresel hastalıklardan biri olan veba salgını, Avrupa'da tecrit kültürünün yaygınlaşmasına sebeb olmasıyla ileriye dönük müthiş bir sıçramanın zeminini hazırlamıştır. Zira meydana gelen bu küresel salgın Rönesans’ın temsil ettiği eskiden kopuş ve yeniye yönelişin gerçekleşmesi açısından çok büyük önem arz etmekteydi. Çünkü kendi kabuğuna çekilen insan toplumsal kargaşa ve kaostan kendini soyutlamak için toplumsallıktan ziyade bireysel ve ben merkezli bir düşünce yapısına yönelmiş ve bundan böyle hiç bir şey eskisi gibi olmamıştı. Bu yöneliş Rönesans’ın hümanist ve bireysellik alanında devrim niteliğinde eserler olan Petrarca’nın De Vita Solitaria’sı, Giovanni Boccaccio’nun Decomerona’sı, İbn Haldun’un Tarihu’l-İber’i ve M.Montaigne’nin Denemeleri gibi eserlerin ortaya çıkmasına sebebiyet vermiştir.
Günümüzde ise benzer bir şekilde Çin’in Wuhan şehrinde ortaya çıkan küresel bir salgın olan Covid-19 Rönesans’ta olduğu gibi sadece bir bölgeyi veya bir kıtayı değil bütün bir dünyayı etkisi altına almıştır. Zira bu salgın hastalıktan dünyadan oldukça soyut yaşayan Afrika’nın, Amazon’un kabileleri dahi etkilenmiştir. Bununla berber Rönesans’ta meydana gelen değişmeler Avrupa merkezli birer değişim iken, yeni düzenin kuruluşunun bir nüvesi olarak adlandırabileceğimiz Covid-19 salgını sonrası değişim uluslararası bir düzeyde meydana gelecektir.
Covid -19 salgını sırasında Rönesans’ta olduğu gibi kendi kabuğuna çekilen insanlar tekrardan kişisel bir muhasebe yapma fırsatı buldu. Kendi yaşamsal çevresini imha eden insan nihayetinde kendisi de yok olma hissiyle baş başa kaldı. Zira dünyadaki zengin, fakir, zayıf, güçlü, geri kalmış, gelişmiş hiç fark etmeksizin bu duyguyla yüzleşmek zorunda kaldı.
Bu yüzleşme ulusların ve toplumların Rönesans döneminde olduğu gibi yeni arayışlara yeni mecralara yönelmelerine sebep oldu.
Bu yeni arayışların merkezinde ise Rönesans’ta olduğu gibi insanın kendi kendine yetebilmesi yerleşmiştir. Daha önce belirttiğimiz Rönesans düşüncesinin oluşumunda etkili olan 1348 yılındaki Veba salgını sonrasında ortaya çıkan tecrit kültürü, beraberinde bireysellik vurgusunu da ortaya çıkarmıştır. Zira insanın kendisini koruması için kendi kabuğuna çekilmesiyle beraber kendi öz benliğini sorgulamasını ve bunun doğal sonucu olarak kendi doğal gelişimini beraberinde getirmiştir.
Bireyselleşmeyle beraber yadsıyamayacağımız bir gerçek de gelenekselleşmiş toplumlarda var olan sosyal yardımlaşma ve dayanışma kültürünü oluşturan birliktelik ruhunun yok olmayla karşı karşıya kalmasıdır. Buna ek olarak sosyal ilişkilerin getirdiği mutluluklar insanın tecrit kültürünü benimsemesiyle ortadan kalkmaktadır. Bu ve benzeri durumlar Petrerca’nın kaleme aldığı ‘yalnız yaşayış üzerine’ gibi eserlerin çoğalmasını neden olmuştur.
Tecrit hayatı kimisi için kendisini bulma, hakikate ulaşma fırsatı olabiliyorken kimisi için de hayatın anlamını kaybetme, yaşama sevincini kaybetme ve nihayetinde intihara dönüşen bir süreç olabilmektedir. Cezaevi gibi mekanlarda söz konusu örneklere sıkça rastlamaktayız. Buna örnek olarak belirli bir süre cezaevinde tecrit hayatı yaşamış birinin bu sürecin ardından eski hayatından daha anlamlı bir hayat yaşadığını veyahut daha da kötü bir sürece girdiği görülmüştür.
Bununla birlikte izole edilmiş bir hayatı temsil eden tecrit, insan hayatında çoğu zaman manevi anlamda olumlu yönde etkilediğini söyleyebiliriz. Hatta bu durum bir çok dini ve felsefi ekolde insanın kemale ermesinin temel basamağı olarak görülmektedir. Buna doğu kültüründeki dervişlik geleneğini, batı kültüründe ise keşişlik geleneğini örnek verebiliriz. Nietzsche’nin üstün insan tasavvurundaki Zerdüşt’ün, bu manevi noktaya ulaşmasını yıllarca mağarada gönüllü bir şekilde tecrit hayatı yaşamasına bağlaması ise felsefenin tecrite verdiği öneme örnek olarak verilebilir.
Zorluk artışıyla birlikte insanın gelişimi paralellik gösterir ilkesi gereği tarih boyunca insanın karşılaştığı her türlü zorlukla birlikte daha orijinal ve özgün gelişim sağlanmıştır.
Bu bağlamda tarihte meydana gelen ve salgın hastalıklarla birlikte tecrit kültürünü benimseyip kendisine yönelen insan, zihni anlamda insanlığa yön veren müthiş bir gelişim kaydetmiştir. Nitekim Rönesans benzeri bir tecrid döneminden geçen salgında anne ve babasını kaybeden İbn Haldun da Tarihu’l-İber kitabını salgının etkisi ile yazdığı rivayet edilir.
Nitekim bu çerçevede Rönesansın bizlere verdiği en değerli düşüncelerden bir kuşkusuz insanın bir hazine oluşu ve insanın kendine yönelmesiyle bireyselleşmesi ve bununla beraber mutlak anlamda kendini keşf edebildiği, gelişim sağlayabildiği gerçeğidir. Benzer bir durumun Covid-19 sonrası sürecin ardından da meydana geleceği aşikardır. Zira insan tecrit kültürünü tekrar edinmiş ve bununla beraber kendi öz benliğini sorgulamaya başlamıştır. Bu sorgulamanın ve tecrit kültürünün etkilerini ilerleyen zamanlarda hep beraber göreceğiz.
Eyyüp Seçen