Bugünkü yazımıza günümüzü aydınlatan bir hikâye ile başlamak istiyorum. Şeyh Sadi Şirazi diyor ki: “Çin diyarına seyahat ederken, Budist bir rahibin putunun haftada bir gün kendisine tapanları el sallayarak selamladığını duydum. Bana merak oldu; söyledikleri gün mabetlerine gittim, söyledikleri saat gelince baktım tiz bir ses geldi ve putun sağ eli kalkıp inmeye başladı. Oradakilerin tamamı secdeye kapandı ve ağlayıp dua ettiler.
Bunun üzerine bu işin sırrını çözmek için bir müddet orada kalmaya karar verdim. Nihayet kâhine yakın görünüp güvenini kazandım. Öyle ki, kâhin, mabedin anahtarlarını bile bana teslim ediyordu. Bir gün kimse yokken her tarafı didik didik aradım ve gördüm ki, mabedin altında bir yerde kapak var, kapağı kaldırdığımda bir kuyu gördüm baktım ki, orada makaraya sarılı bir ip var, onu çektiğimde baktım ki putun eli kalkıp inmeye başladı.
Ha işin sırrı çözüldü. Kâhinin göremeyeceği bir yerde ipi kestim bıraktım. Nihayet selamlama günü gelince yine mabet doldu! Saati dolunca “dikkat” diye bir ses geldi, herkes selamlamaya durdu, ama putun eli kalkmadı! Herkes şaşırdı, “mabudumuz bize kızmış olsa gerek” diye ağlayıp durdular. Dedim ki, ne varsa kâhindedir. Onu arayıp bulun! Baktılar ki kâhin ortada yok, vardım kapağı kaldırdım ve heyyy gelin buradadır dedim. Baktılar ki kâhin kuyunun dibinde bir iple uğraşıp duruyor! “Hey hain dedim, demek ki sen bugüne kadar hep bizi böyle kandırmışsın ha” dedim ve kafasına bir taş indirdim, gelen bir taş attı, tükürdü ve lanetledi. Nihayet kafası dağılmış vaziyette ve pis bir halde geberdi gitti. Putun da sırrı bozuldu.
Bütün bunları şunun için anlatıyorum. Ta doksanlı yıllardan bugüne kadar, “aman ha fethüllah hocaya dikkat edin! O, hak suretinde görünen bir batıldır. Her tarafı zehirleyen bir yılan, herkesi büyüleyen bir kâhin ve bir fetbazdır” diyorduk. Ama kimse inanmadı. Her kes onun rüyalarına sahte kerametlerine ve beddualarına teslim olmuştu.
Kim onun hakkında kötü bir şey söylerse hemen çarpılıverir. Onun Amerika'dan gönderdiği bir beddua ile hemen burada yaka paça gözaltına alınır ve sorgu odalarında susturulur. Dili bir karış uzun olan Cübbeli Hoca gibi birileri bile bir anda suspus edilir. Nerdeyse fethüllah hocaya dokunan kim olursa olsun yanar, hemen belasını bulur, bir şekilde çarpılır diye psikolojik bir hava oluşmuştu. Ta ki Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan da onun zehrinden payını alınca uyandı. “Aman bu zehirli bir yılanmış” dercesine uyandı. Ve başladı onun sahte rüyalarını ve sahte kerametlerini anlatmaya...
Oysaki biz, İlk günden beri fethüllah bilmecesini çözmüş ve onun ne olduğunu açık açık söylemiştik. Çünkü biz, ipin ucunun nerde olduğunu, nerelere dayandığını sorgu odalarında, işkence seansları altında çözmüştük. Bu hilekâr kâhinin ne hinler çevirdiğini, ne oyunlar oynadığını o zamanlar ifşa etmiştik. Ama kimse duymadı, inanmadı, inanmak istemedi. Çünkü fethüllah kâhini, ağzı konuşan herkesi ya bir şekilde susturmuş, ya da ağızlarına birer kemik atarak, hediye paketlerini göndererek iplerini ele geçirmişti.
Ne zaman ki, putun sihri bozuldu, ilahi irade hainin ipini arkadan kesti, kâhinin de gerçek yüzü herkese ayan beyan oldu. Ve ipin ucunun ta Pensilvanya'da olduğu ortaya çıktı. Meğer ki oradan kime selam gelirse burada ödüllendiriliyor, kimin de ipi çekilirse hemen çarpılıyor ve yıldırım hızıyla bir soruşturma geçiriyormuş!
İşte böylece hilekârın hilesi, takkiyesi, vahşet saçan ve kan donduran amelleri ortaya dökülünce herkes bizi tasdik etmeye başladı, bir zamanlar onu yere göğe sığdırmayanlar bile ona küfretmeye, lanet okumaya başladılar. Ancak her şey hala karavana gidiyor. Çünkü kâhin burada kuyu içinde değil, ta Amerika'da devrin firavunun kucağında, korumasındadır. Eğer bir gün getirtebilseler o gün ne gibi tükürüklere, lanetlere maruz kalacağını şimdiden tahmin edebiliyoruz.
Bu aralar daha önce fethüllah hocanın kalemşörlüğünü yapan bazı yazarlar da günah çıkarır gibi; “onlara hakkımızı helal etmiyoruz, bizi kandırdılar, kullandılar...” diyorlar. Peki ya sizin kandırdıklarınızın, yanlış yönlendirip yoldan çıkardıklarınızın hakkı ne olacak! Buna ne diyorsunuz! Bir zamanlar -haddiniz olmadığı halde- Hizbullahî Müslümanlara, “Sizin mutlaka falan falanlardan özür dilemeniz lazım” deyip zalimlere özür diletmeye zorluyordunuz. Şimdi siz kendi ağzınızla itiraf ettiğiniz halde işlediğiniz bu mezalime özür dileyecek misiniz? Allah akıbetimizi hayreylesin. Amin!