Dünya haritasını şöyle bir önümüze koyup İslam coğrafyalarının renklerine baktığımızda nerdeyse tamamının renginin kırmızı olduğunu görürüz. Aynı kırmızılığı halkı İslam olmayan bir başka coğrafyada görmek mümkün olmamaktadır. İşgal, sömürü, kan İslam coğrafyalarını mesken edinmiş. Afganistan, Pakistan, Çeçenistan, Kürdistan, Irak, Suriye, Bangladeş, Filistin, Mali, Cezayir, Mısır, Bahreyn, kontrol altında tutma adına kanın bir başka şekilde akıttırıldığı Türkiye ve daha birçok İslam coğrafyası.
Batılı veya diğer emperyalist ülkelerde ise bir sömürüden, işgalden veya kandan bahsetmek nerdeyse mümkün olmuyor.
Akan kan Müslüman kanı, kanın aktığı yer İslam coğrafyası olmasına rağmen İslam ülkeleri halklarından veya liderlerinden de bunun durması için ciddi bir adım gelmemektedir. İslam ümmetinin içinde bulunduğu ciddi hastalık halinin giderilmesi şüphesiz ki göz açıp kapama ile olacak bir şey değildir. Ancak bu durum, tespit ve teşhisin olmaması için bir gerekçe olamaz.
İslam coğrafyalarındaki kan ve gözyaşının dinmemesi, yeraltı ve yerüstü zenginlik kaynaklarının elinden alınıp sömürülmesinin şüphesiz ki birçok sebebi vardır. Bu sebep ve teşhisleri en isabetli zikredenlerden biri şüphesiz Üstad Bediüzzaman’dır.
Üstad’ın 1911 yılında Şam’da, Emevi Camisinde irad ettiği hutbe ve Yirminci Lem’a’daki tespit ve çözüm yolları yan yana gelince müthiş bir teşhis ve tedavi reçetesi ortaya çıkmaktadır. Hutbe’de İslam Ümmetinin geri kalış sebepleri, ilerlemesinin önündeki engeller çok net ortaya konurken, Yirminci Lem’a da ise ittifakın esasta ümmete ait olması gerektiği halde neden ihtilafların ümmete mal olup dalalet ehlinin ittifak ettiğinden bahsetmektedir. Yani durağanlık ve ilerleyememe dönemini sorgulama ve Lem’a ile de ümmetin çöküşüne sebep olan ihtilafların ortadan kaldırılması gerektiğine ilişkin ciddi manada çözüm önerileri getiriyor.
Hutbede, “Niçin duruyoruz, neden ilerleyemiyoruz?” sorularının cevabı verilmeye çalışılırken Lem’ada ise gerileyen bir ümmetin tekrar nasıl ilerleyebileceğine işaret edilmektedir.
Üstad, Hutbe-i Şamiye’de der ki: “Ben bu zaman ve zeminde, beşerin hayat-ı içtimaiye medresesinde ders aldım ve bildim ki ecnebiler, Avrupalılar terakkide istikbale uçmalarıyla beraber bizi maddî cihette kurûn-u vustâda (Orta çağda) durduran ve tevkif eden altı tane hastalıktır. O hastalıklar da bunlardır:
Birincisi: Ye`sin, ümidsizliğin içimizde hayat bulup dirilmesi.
İkincisi: Sıdkın hayat-ı içtimaiye-i siyasîyede ölmesi.
Üçüncüsü: Adâvete muhabbet.
Dördüncüsü: Ehl-i imanı birbirine bağlayan nuranî rabıtaları bilmemek.
Beşincisi: Çeşit çeşit sarî hastalıklar gibi intişar eden istibdad.
Altıncısı: Menfaat-ı şahsiyesine himmeti hasretmek.”
Bu tespitleri yaptıktan sonra Üstad çözüm yollarını da tek tek anlatır. Bunun bizce en önemli olanı Üstad’ın tabiriyle şudur: "El-emel" yani Rahmet-i İlahiyeden kuvvetli ümid beslemek. Evet, ben kendi hesabıma aldığım dersime binaen: Ey İslâm cemaati! Müjde veriyorum ki şimdiki âlem-i İslâm`ın saadet-i dünyeviyesi, bahusus Osmanlıların saadeti ve bilhassa İslâm`ın terakkisi onların intibahiyle olan Arab`ın saadetinin fecr-i sadıkının emareleri inkişafa başlıyor ve saadet güneşinin de çıkması yakınlaşmış. Ye`sin burnunun rağmına olarak ben dünyaya işittirecek derecede kanaat-ı kat`iyemle derim:
İstikbal yalnız ve yalnız İslâmiyet`in olacak. Ve hâkim, hakâik-i Kur`aniye ve imâniye olacak. Öyle ise şimdiki kader-i İlahî ve kısmetimize razı olmalıyız ki, bize parlak bir istikbal, ecnebilere müşevveş bir mâzi düşmüş.”
Sonra Yirminci Lem’aya bakıyoruz, Üstad Bediüzzaman’ın öze dönüş anlamında müminleri kendine getirme, silkeleme çabası içine girdiğine tanık oluyoruz. Bu Lem’ada, Hutbe’dekinden ayrı olarak maalesef müminlerin 1910’lu yıllara göre daha bir gerileyerek artık birbirleriyle ihtilaflara düştüğüne vurgu yapıp bu kez de bu hastalığa çare yollarını anlatmaktadır. Gücün kuvvetin bizde olması gerektiği halde ehli dalalette olmasının ana sebebinin Ümmeti güçten düşüren ihtilaf olduğuna kuvvetle vurgu yapmaktadır.
Yani bizi yiyip bitirenin, bizi güçten düşürenin, dalalet ehlinin topraklarımızı işgal ederek kanımızı akıtmasının ana sebebinin müminlerin ihtilafları olduğuna vurgu yapılmaktadır.
Bu ihtilaflar da doğal olarak Müminlerin arasındaki mesafeyi açmış, İslam’a sarılmakla, Allah’a güvenmekle Mü’minlerle ittifak halinde olmakla elde edilecek izzet ve başarı hissedilmez olmuş. Allah’ın kendi yolundan gidenlere çokça yollar açtığı ayne’l yakin bilinmez olmuş.
İzzeti, İslam ve müntesipleri olan Müslümanlarda aramak yerine kâfirlerde bulmaya çalışma, aşağılık kompleksi… Kâfirleri tanıyamamadan, onları dost edinmeden kaynaklı fecaati görememe basiretsizliği… Kendi ayakları üzerinde durmak yerine toplumuna fitneyi sokan batılıları ve diğer emperyalist oluşumları kendi içinden atamama dirayetsizliği…
O halde önce kendimizden başlamalıyız. Kendi ailemizden, çalışma alanımızdan, toplumumuzdan, cemaatlerimizden ihtilafları kaldırmalı, birbirimizle uğraşmaktan vazgeçmeliyiz. Ne olursa olsun, kendimizden sıyrılıp bizi asıl yok etmek isteyenlere karşı ittifak kalemizi sağlamlaştırmak durumundayız.
Üstad’ın çözüme dair söylediklerinden birkaç başlık çıkarmamız mümkündür.
1 - Müsbet hareket etmek.
2 – Ayrılıklar yerine ittifakımızı güçlendirecek müştereklerimizin olduğuna inanmak.
3 – Kardeşlerin birbirleriyle ilişkilerde hakkın yalnız kendilerinde olduğunun anlayışlarından vazgeçmeleri.
4 – Müslümanlarla ittifak etmenin Allah’ın yardımının bir şartı olduğunun unutulmaması.
5 – Müslümanların fert olarak kalmaktan öte ehli delalete karşı şahs-ı mânevi hükmünde olan bir cemaatle birlikte hareket etmeleri gerektiği.
Allah’a emanet olunuz.