Bilindiği gibi hükümet Oslo sürecinin başarısız olmasından sonra, Kürd sorununu çözümüyle ilgili yeni bir süreç başlattı. İmralı’da MİT yetkililerinin Abdullah Öcalan’la yaptıkları görüşme ve müzakereler sonucunda, BDP milletvekillerinin de İmralı’ya gidip Öcalan’la görüşmelerine izin verildi. Bu görüşmeler sonucunda Öcalan, BDP, PKK’nin Avrupa ve Kandil kanadına gönderdiği mektuplarla süreç hakkında bilgi verip fikirlerini aldıktan sonra, Newroz’da ateşkes ilan ederek, sınır dışına çıkma çağrısında bulundu. Hem hükümet kanadından, hem de Öcalan’dan birbirleriyle uyumlu mesajlar gelmesine rağmen, görüşmelerde sızdırılan bir takım bilgilerde ve hükümetin zaman zaman yaptığı sert açıklamalarında, kendi taraftarlarının gazını almak için mi, yoksa her iki tarafta kurnazlığa başvurup daha fazla taviz koparma politikasını mı güttüklerini zaman gösterecek!
Bu arada PKK’nin özellikle silahlı kanadı olan Kandil’in süreçle ilgili kuşkulu tavırları gözden kaçmamaktadır. Öcalan’ın üslup değişikliğine giderek, Kürtlerle Türkleri bin yıldır İslam bayrağı altında yaşadıklarını dile getirip İslam kardeşliğinden dem vurması, hadislerden örnek getirmesi, kimilerince hidayete erdiği yorumlarına yol açtı! Bu üslup değişikliği örgütün kimi üst düzeydeki Marksist ateist düşüncedeki yöneticilerini rahatsız etmişe benziyor. Bunların sözcüsü durumundaki Aysel Tuğluk’un, özellikle PKK’nin laikliğin teminatı olduğunu vurgulaması, bir anlamda bu kesimin sözcülüğünü yapıp, bunu sesli bir şekilde dile getirme ihtiyacını duyması, hem bu kesimi teskin etme, hem de diğer sol kesimlere ‘biz değişmedik’ anlamında bir mesaj olarak algılandı.
Peki Öcalan gerçekten değişti mi?
Öcalan’ı tanıyanlar ve takip edenler aslında hiçte değişmediği, konjonktürel duruma göre, kim güçlüyse ona göre söylemler geliştirdiğini görürler. AKP’nin güçsüz olduğu, Kemalist elitin sesinin daha fazla çıktığı dönemde, Mustafa Kemalin ve Kemalizm ideolojisinin ne kadar ilerici olduğunu öve öve bitiremiyordu. Bunu o dönemde haftalık avukat görüşlerini takip edenler iyi bilirler.
Öcalan adeta bukalemun gibi kendini şartlara ve zemine uydurur, ama asıl düşüncesini de yeri geldiğinde arada sıkıştırarak vermeyi de ihmal etmez! Daha önce de İslami bir takım kavramları kullanması, ya da bir takım din adamlarından yararlanarak bir takım oluşumlar oluşturması (Kürdistan Alimler Birliği gibi…) noktasında, dini kendi fikir ve ideolojisi için bir araç olarak kullanmaktan çekinmemesi bunu göstermektedir. Ancak söylemlerine dikkat edenler, Öcalan’ın bunlara inandığı için değil, tıpkı Kemalistlerin zamanında yaptığı gibi, dini çıkarı için kullandığını görürler. Bundan dolayı da zamanında, bu tür çıkışlarından dolayı, Marksizm ve Leninizm’den saptığı gerekçesiyle, diğer sol örgütler tarafından revizyonist olmakla –dinlerin terminolojisine göre değerlendirirsek, dinden çıkmakla eşanlamlı olan Marksist ideolojiden sapma- suçlanmıştı.
Yandaşları Öcalan’ı Niye Anlamıyor?
Öcalan’ın en büyük handikaplarından ve şikayetlerden birisi de kimsenin onu anlayamamasıdır! Bundan dolayı da kendisini ziyaret edenleri bu konuda fırçalamasıyla ve hakaret etmesiyle bilinir. Zavallılar ne bilsin! Öcalan bağımsız Kürdistan’la başladı. Daha sonra bağımsız Kürdistan’ı verseler de almam diyerek, bu sefer Demokratik Konfederalizm dedi. Takipçileri bunu anlayıncaya, daha doğrusu anladıklarını sanıncaya kadar, ondan da vazgeçti bu sefer demokratik özerkliği savunmaya başladı. Daha bunu yeni yeni anlamaya çalışırlarken, son görüşmelerde demokratik özerkliğin esamesi bile okunmadığı görüldü. Bu sefer Misak-ı Milliyi savunup özgür bireyde en son karar kıldı. Yani bir anlamda bu sefer yavaş yavaş liberalizme dümeni kırdı demek doğru olur.
En son taze bilgi olarak kapitalist modernite ve endüstriyalizm kavramlarını literatürümüze kazandıran –Allah bilir hangi kitaptan aşırmıştır yine- Öcalan takipçilerinin artık çalışacak yeni ödevleri çıktığını söylemek yanlış olmaz herhalde!
Her seferinde okuduğu bir kitaptan etkilenerek yeni bir görüş ortaya atmasından dolayı, takipçileri de haklı olarak onu anlamakta zorlanmaktadırlar. Örneğin ‘Sümer Rahip Devletinden Demokratik Uygarlığa’ adlı kitabını, tek özelliğinin Kemalist olduğu, Sözde Sümerolog İlmiye Çığ isimli hiçbir akademik kariyeri olmayan kadının yazdığı, ‘Sümer uygarlığı’ adlı masalvari kitabını referans alarak, Sümerlerle ilgili verdiği bilgileri sanki gerçekmiş gibi, yazdığı kitaba kaynak olarak almış ve bir takım ahkamlarda bulunmuştur. Öcalan’ın yazdığı bu kitapta İslam’ın değerlerine hakaretvari ifadeler de kullanılmıştır.
Öcalan’daki bütün bu değişkenlikler ve kendi şahsi çıkarları için oportünist davranışlar olduğu müddetçe ve Erdoğan’ın milliyetçi Türklerin oylarını kaybetmemek için kullandığı milliyetçi ve tekçi söylemlerini tekrar ettiği sürece, barışın bu dil üzerinden gelmesi eşyanın tabiatına aykırıdır.
Ama her şeye rağmen dileğimiz akan kanın durmasıdır. Ancak bununda Kürtlerin doğal insan haklarından sayılan haklarının da yine yok sayılarak değil, her halkın sahip olduğu haklara Kürtlerinde sahip olmasıyla sonuçlanmasıdır. Bugün bazı milliyetçi kesimlerin ayak diremesi –buna MHP’nin yanı sıra CHP ve bu zihniyette olan herkes dahildir- bu hakların tanınmaması noktasında bir direnç göstermeleri neticesinde, Kürtlere bir halk olarak hakları tanınmasa değişen hiçbir şey olmayacaktır.
Bu hakların tanınmaması ve barışın sadece Öcalan’ın şartlarının iyileştirilmesi ve ev hapsine indirgenmesi ile sağlanacak olması, her iki tarafında gerçek çözümde samimi olmadıklarını gösterecektir. Palyatif çözümler ve hükümet tarafından, ne kadar az hak verirsem o kadar kardayım anlayışı hakim olursa, hem inandırıcılıklarını kaybederler, hem de Kemalist rejimin şimdiye kadar yaptığı zulümlerin de ortağı olurlar. Ayrıca Kürd halkının gözünde inandırıcılıklarını yitirip, çözümde samimi olmadıklarının bir göstergesi de olacaktır.
Kürtlerin sahip olduğu doğal haklarını PKK istedi diye değil, her halk gibi Kürtlerinde bu haklara sahip olması gerçeğinden hareketle, hükümetin bu konuda hiçbir pazarlığa girmeden, gerekli yasal düzenlemeleri yapması gerekir. Çünkü bu haklar verilecek bir lütuf değil, her halkın doğal olarak sahip olduğu ve uluslar arası sözleşmelerle de teminat alınmış haklardır. Şimdiye kadar bu hakların tanınmamış olması, Türkiye’nin bir ayıbıdır ve ülkede yaşayan diğer etnik topluluklara yaptığı zulmün nişanesidir.
Öte taraftan Öcalan’ın sadece kendini kurtarma hesabı içine girmesi, çözümü kendi şahsi menfaatiyle sınırlı tutması halinde, -Ki şimdiye kadar ki tutumundan ve adeta teslimiyetçi bir görünüm sergilemesinden bu anlaşılıyor.- bu aynı zamanda PKK içinde de bir takım gelişmelerin ve anlaşmazlıkların ortaya çıkmasını beraberinde getireceği açıktır. Daha şimdiden Öcalan’ın bu teslimiyetçi davranışları ve neye karşılık çözüme ikna olduğuna dair herhangi bir açıklama yapmaması, örgüt içinden bir takım itiraz seslerinin yükselmesine yol açmıştır. Karayılan’ın bu kişileri ikna etmeye çalışacaklarını söylemesi bunu gösteriyor.
Önemli hususlardan biri de çözüm sürecinde yapılacak yasal düzenlemelerle ilgili, sadece PKK ve uzantılarının muhatap kabul edilip, Kürtlerin diğer kesimlerinin göz ardı edilmesidir. PKK’nin sosyalist bir ideolojiyi benimseyen laik bir yapı olduğunu herkes biliyor. Çözüm için öne süreceği şartlarında bu doğrultuda olacağı bellidir. Halbuki milyonlarca Kürd, laik sosyalist dünya görüşüne karşıdır. Tıpkı laik Kemalist dünya görüşüne karşı olduğu gibi! Buna şu anda PKK içinde olan Kürtlerin bir kısmını da dahil edebiliriz. Özellikle İslami Kürd kesimlerin laikçi bir anlayışla yapılacak düzenlemeleri kabul etmesi mümkün değildir. Dolayısıyla çözüm sürecinde yapılacak yasal düzenlemelerde, muhakkak surette PKK dışındaki Kürd kesimlerinde sürece dahil edilmesi gerekir. Aksi takdirde yeni sorunların ortaya çıkması kaçınılmaz olacaktır.
Fakat her şeye rağmen Hükümet ile Öcalan’ın anlaştıkları, gelişmelerden anlaşılmaktadır. Bu anlaşmanın da ne şekilde olduğu, Öcalan’ın hükümetin her dediğine evet demesinin altında neler olduğunu da kimse bilmiyor. Hükümet Öcalan’a bir takım vaatlerde mi bulundu, ya da bir takım açıklarını yakalayarak –daha önce MİT’le çalıştığı iddiaları vardı- bunu bir şantaj aracı olarak kullanıp her istediğini mi yaptırıyor? Şu anda bu bir muammadır!
Her iki durumda da İslamcı geçmişi olanların kurduğu bir partinin, bu tür hesaplar içine girip hesabı ucuz bir şekilde kapatma isteğinde olması halinde, bu bir anlamda kendi geçmişine bir ihanet olur ki umuyoruz bu şekilde değildir.
Gerçek bir barış ortamının sağlanması için bütün tarafların açık ve samimi olmaları, kişisel veya kurumların çıkarlarından ziyade, herkesin ve her topluluğun hak ve hukukunun gözetildiği, inanca ve etnik kimliğe yönelik bütün sınırlama ve kısıtlamaların kaldırıldığı yasal düzenlemelerin, hiçbir çekince ve kırmızı çizgiler olmadan yapılması gerekir.