Çözüm süreci bir imkândı.
İslâmcılar için resmî ideolojinin cahiliyyesini aşıp ümmeti ve ümmet kardeşliğini yeniden diriltecek istikameti sosyalleştirebilmekti.
AK Parti için bu süreç, sanal Türk ulus inşasıyla başlayan Kemalizmin inkâr ve asimilasyon politikalarına son verip, Türkiye halklarını etnik temelde değil “Türkiyelilik” kimliği ile yeniden kucaklamak ve bu sinerjiyle adalet ve eşitlik temelli bir siyasayı kurmak fırsatıydı.
KCK için ise demokrasi demagojisinden beslenen Marksist-Leninist barış görüşmeleri taktiklerini kullanıp PKK’yi dağdan şehre indirerek yeniden yapılandırmak; siyasî dokunulmazlık zırhını iyi kullanan HDP’yi hâkimiyet peşinde koşan PKK tehdit ve tedhişini örtecek Joseph Goebbels gibi kriptolu “Büyük Yalan"cı bir propaganda makinesine dönüştürmekti.
Bugüne kadar yerel ve küresel vesayete göre statülerini oluşturmuş, varlığını Kemalist rejimin varlığına borçlu veya egemenlere sığınarak idameyi hayat eyleyen CHP, MHP gibi siyasî, TÜSİAD gibi ekonomik, Gülenciler gibi dinî-mafyatik gruplara gelince... Bunlar Çözüm Süreci’ne, Türkiye’yi ‘özneleştirme’ derdini önceleyen Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki AK Parti İktidarı’nı yıpratıp tökezlettirmek hasisliği ile yaklaştılar.
Çözüm Süreciy’le barış ve istikrarı hedefleyen ve süreci başlatan AK Parti, Türkiye planlarını mevcut statüko istikametinde yürüten iç ve dış güçler karşısında büyük bir risk almıştı. Ancak iç-dış laik güçleri ve seküler Kürt ulusalcı cepheyi ürkütmemek için olsa gerek bu sürecin gidişatında İslâmcı muhataplar ‘çantada keklik’ tekerlemesini hatırlatır tarzda şu veya bu nedenle dikkate alınmamıştı.
Türkiye Kürdistanı denilen Güney Doğu ve Doğu bölgelerindeki gelişmeler hakkında bilgi almak için çelişik duygular içinde olan ve hikmet boyutundan yoksun ‘ayakçı’ veya aidiyet açısından kimlik sorunu yaşayan tiplerden ve çevrelerden yararlanılmaya mahkûm olundu.
Çözüm Süreci’nin bölgedeki karşılığının nasıl şekillendiği konusu, maalesef ki gereğince bölgenin nabzını yakından takip eden nitelikli ve İslâmî adalet ilkelerini etnik, çıkar, korku hesaplarının üstünde tutan çevrelerle ve İslâmcı kanaat önderleriyle müzakere edilmedi.
Ve Çözüm Süreci müddetince Marksist-Leninist barış görüşmeleri taktikleriyle Türkiye’nin masa başı siyaset müşavirlerini oyalayan HDP, KCK’nın Doğu ve Güney Doğu illerinde meydan meydan, mahalle mahalle, hatta sokak sokak silahlı birimler hâlinde örgütlenmesine imkân sağladı.
Abdullah Öcalan’la yapılan görüşmelerle başlatılan Çözüm Süreci’ne göre silahlı birimleriyle PKK güya Türkiye’yi terk edecekti. Ancak Newroz kutlamalarında Öcalan’ın okunan mektuplarındaki mesajı değil, Kandil’de eli silah tutan ve bu haliyle ABD ve AB devletleri tarafından kaale alınan veya yönlendirilen KCK’nın dedikleri öne çıktı ve Leninist silahlı propaganda taktikleriyle Kürt mahallelerinde karşılık buldu. Bu sosyalist ve ulusalcı taktikler ve baskılarla, Ho Chi Minh’in dinî aidiyetleri kullanma formunun taklid uygulamaları Türkiye demografisinin en dindar kabul edilen bu bölgesinde tahrifat oluşturdu, ciddi yabancılaşmalar yaşanmaya başlandı.
KCK liderlerinden Murat Karayılan, Öcalan’a rağmen TC yetkililerini 22 Eylül 2014 tarihli ‘Bizim için süreç bitmiştir.’ demeciyle uyardı. Anladığımız kadarıyla iktidar, bu demeci klasik bir şantaj taktiği olarak gördü ve süreçteki yol haritasını yeniden ele almak ihtiyacını hissetmedi.
Bölgede PKK ve gençlik örgütlenmesi YDG-H’nin tehditlerine ve kimliksel aidiyet dayatmalarına sadece İslâmcılar boyun eğmedi. Çünkü Kur’ân’ın ifadesiyle Müslimler ‘açlık ve korku; mallardan, canlardan ve ekinlerden eksiltmeyle imtihan olunacağı’nın (35/32) bilinci ile onurunu ve izzetini korumayı en büyük ibadet bilmekteydiler.
Şimdi çözüm için bu izzetli insanlarla izzetlenerek, yeniden bir gelecek haritası çizmek zamanı.
Çünkü izzet, reel siyasetin muhasebesidir.
Hamza Türkmen/Diriliş Postası