Said Nursi'yi “bölücülük”, “Cumhuriyet ve aydınlanma düşmanlığı” ile suçlayan Kemalist dernek yöneticisine bir önceki yazıda asıl bölücünün kim olduğunu anlatmaya çalışmıştık. Bu yazıda ise Üstad'ın “cumhuriyet” ile olan münasebetini, kendini “cumhuriyet muhafızı” olarak tanıtanların çelişkilerini izah etmeye gayret edeceğiz inşallah.
Öncelikle Üstad'ın cumhuriyetten anladığı şey, İslami düşünce perspektifini esas aldıktan sonra kavramın tam karşılığı olan şeydir. Üstad'a göre adaletin, meşveretin, şeriatın hakim olduğu; ama yönetimin belirlenmesinde halkın söz sahibi olduğu sistemdir cumhuriyet. O yüzden de örnek olarak “Hulefa-i Raşidin” örneğinden yola çıkar ve onların “Reisicumhur” olduğunu söyler.
“Eskişehir Mahkemesinde gizli kalmış ve resmen zapta geçmemiş ve müdafaatımda dahi yazılmamış bir eski hatırayı ve lâtif bir kıssa-i müdafaayı beyan ediyorum.
Orada benden sordular ki: "Cumhuriyet hakkında fikrin nedir?"
Ben de dedim: "Yaşlı mahkeme reisinden başka daha siz dünyaya gelmeden ben dindar bir cumhuriyetçi olduğumu elinizdeki tarihçe-i hayatım ispat eder. Hülâsası şudur ki: O zaman, şimdiki gibi, hâli bir türbe kubbesinde inzivada idim. Bana çorba geliyordu. Ben de tanelerini karıncalara veriyordum. Ekmeğimi onun suyu ile yerdim. Benden sordular, ben dedim: Bu karınca ve arı milletleri cumhuriyetçidirler. Cumhuriyetperverliklerine hürmeten, taneleri karıncalara veriyorum."
Sonra dediler: "Sen Selef-i Salihîne muhalefet ediyorsun."
Cevaben diyordum: "Hulefâ-i Râşidîn; hem halife, hem reisicumhur idiler. Sıddîk-ı Ekber (r.a.) Aşere-i Mübeşşere ve Sahabe-i Kiram elbette reisicumhur hükmünde idi. Fakat mânâsız isim ve resim değil, belki hakikat-i adaleti ve hürriyet-i şer'iyeyi taşıyan mânâ-yı dindar cumhuriyetin reisleri idiler."
(Tarihçe-i Hayat, Denizli Hayatı)
Günümüzde cumhuriyetin neye karşılık gelmesi gerektiği konusunda da nettir Üstad.
“Cumhuriyet ki, adalet ve meşveret ve kanunda inhisar-ı kuvvetten ibarettir...”
(Divan-ı Harb-i Örfî)
Üstad burada adalet ve meşveretle beraber “kanunda inhisar-ı kuvvet” diyor ki, bu son derece önemli bir ifadedir. Bunu “kanun kuvvetiyle yöneticinin sınırlandırılması” olarak da “hukukun üstünlüğü” olarak da anlayabilirsiniz. Adalet ve meşveretin esas alındığı bir sistemde “üstünlerin hukuku” söz konusu değildir.
Merhum Üstad, süslü sözcüklerle kafa bulandıranların, kavramların içini boşaltanların kirli yüzlerini, iğrenç hedeflerini net bir şekilde resmediyor.
“Ve sizi iğfal eden ve adliyeyi şaşırtan ve hükûmeti bizimle, vatana ve millete zararlı bir surette meşgul eyleyen muarızlarımız olan zındıklar ve münafıklar, istibdad-ı mutlaka “cumhuriyet” namı vermekle, irtidad-ı mutlakı rejim altına almakla sefahet-i mutlaka “medeniyet” ismini vermekle, cebr-i keyfî-i küfrîye “kanun” ismini takmakla hem sizi iğfal, hem hükûmeti işgal, hem bizi perişan ederek, hâkimiyet-i İslâmiyeye ve millete ve vatana ecnebi hesabına darbeler vuruyorlar.” (Tarihçe-i Hayat)
Hem seçim yapmayacak, hem hiçbir kanunla kendini sınırlandırmayacak, küfrün baskıcı kanunlarını alıp dayatacak, zulmedeceksin hem de bu rejime “Cumhuriyet” adını vereceksin.
Böyle rezalet olmaz!
Yargısız infazlarla muhaliflerin ortadan kaldırıldığı, hiçbir hukuki kaideye uymayan İstiklal Mahkemelerinin “adalet dağıttığı” bir rejime “Cumhuriyet” denebilir mi? Bir kadının şapka giymediği için asıldığı, “sanıkların idamına, tanıkların bilahare dinlenmesine” şeklinde kararların verildiği istiklal mahkemeleri…
Mevcut meclis istediğin kanunları onaylamaz diye yeni bir meclis tesis edecek ve o şekilde istediklerini yaptıracaksın ve utanmadan “saltanatı kaldırıp halk idaresine geçtik” diyeceksin.
Kemalistlerin “29 Ekim 1923'te cumhuriyet yönetimine geçtik” iddiaları hakkında Engin Ardıç'ın sözleriyle cevap vermiş olalım:
“Egemenlik halka verilmiştir de, daha cumhuriyetin ikinci yılında, iktidar partisi dışında bütün partiler niçin yasaklanmıştır? Gazeteler niçin kapatılmıştır?
Egemenlik halkındır da, tek parti diktası aralıksız yirmi yıl niçin sürmüştür?
Niçin bir ara (1930) halkın da fikri sorulmuş (Serbest Fırka) ama bundan hemen vazgeçilmiştir?
Yoksa Atatürk egemenliği halka vermek istemiştir de bürokrasi mi engel olmuştur?
Egemenlik ancak cumhuriyetle halka geçiyorsa, 1908 yılından 1920 yılına kadar kesintisiz açık olan Osmanlı Mebusan Meclisi nedir, briç kulübü mü?
Misak-ı Milli, söz konusu Osmanlı meclisinde "padişah adına" mı ilan edilmiştir?
Atatürk devrimler için halka danışsaydı, yani referanduma gitseydi, kaçta kaçı evet oyu alabilirdi?”
Kemalistlere söyleyeceğimiz şey şu: Said Nursi'nin “Cumhuriyet” hakkındaki görüşleri de sizin uygulamanız da ortada. O yüzden dürüst olun, İslam düşmanlığınızı ilan edin de Üstad'a “cumhuriyet düşmanı” diyerek daha fazla komik duruma düşmeyin.