Deprem, sel baskını, çığ düşmesi gibi felaketler “tabii afet” olarak değerlendirilir ve genellikle eleştiri ve değerlendirmeler olayla ilgili değil de sonrası için yapılır. Bazıları “Hazırlıklı olunmalıydı” dese de genel davranış bu şekildedir.
Ama kimi felaketler sorgulamayı beraberinde getirmelidir.
Dikkatsizlik ve ihmalden kaynaklanan kazalar, yıkılan binalar, önlenebilecek kimi yangınlar…
Madenlerden büyük paralar kazanan kimi yatırımcılar, küçük meblağlarda harcamalarla insan sağlığı ve güvenliğini artırabilecekken bunu yapmıyor.
Önceden önlem alınması gerekiyor; ama facialar yaşandıktan sonra bile olması muhtemel yeni facialara karşı maalesef adımlar atılmıyor.
Suçlunun, suçluların birçok yerde olduğu, çürümenin büyük boyutlara ulaştığı bir dönemi yaşıyoruz.
Bugün 21 kişinin hayatını kaybettiği binanın enkazına bakarken söylüyoruz bunu, dün tren kazasına bakarken…
Çöken bir bina ve kararan hayatlar…
Aslında çöküşün bir anda olmadığını ve her aşamasında “rüşvet” dediğimiz, hem bireyi hem de toplumu çürüten bir hastalıkla karşı karşıya olduğumuzu bilmemiz gerekiyor.
Alan kadar vereni de çürüten bir hastalık…
Dışarıdan baktığımızda eleştirdiğimiz; ama zor durumda kaldığımızda başvurmakta beis görmediğimiz bir hastalık… Adım adım çürüten, çürüttükçe değer yargılarımızı değiştiren, bizi kimliksiz ve kişiliksiz bir hale getirdikten sonra hayal kırıklıklarımızla baş başa bırakan bir hastalık…
Kısa süreli ferdi, ailevi ve toplumsal çıkarlar için bu hastalığa başvurarak, geleceğimizi, memleketimizi, inancımızı, geleneklerimizi feda ettiğimizin farkına bile varmayız. Adalet duygumuz zedelendiğinde, sonuçları kendimize göre yontar, yorumları bencil nefsin istediği gibi yaparız.
Oysa bilmeliyiz ki, adaletin olmadığı yerde haksızlık ve zulüm vardır ve zulmün karşılığı hiçbir zaman zulmetmek olmamalıdır.
Hak etmediği halde rüşvet ve kayırma ile bir yerlere gelenler ve onları getirenler eğitimden sağlığa, imardan güvenliğe kadar toplumda facialara ve yıkımlara neden olmaktadırlar.
Sağlıksız birine sağlam raporu verenler ya da sağlıklı birini hasta göstererek başka birilerine alan açanlar topluma hastalık pompalamakta, çürümeyi hızlandırmaktadırlar.
Denetimin rüşvet çarkı devreye sokularak sağlıklı biçimde yaptırılmasının engellenmesi neticesinde, fabrikalarda, tesislerde, madenlerde hayatlar karartılmakta, halkın parası vicdanları körelmiş yamyamlara peşkeş çekilmektedir.
“Benim memurum işini bilir” demişti yıllar önce mevta olan bir siyasetçi.
“İşini bilen memur” da bir imza atmak için işi geciktirme, yeni engeller çıkarma, dönemin ruhuna uygun bir dernek ya da vakfa bağışta bulunmaya zorlama gibi yollara başvurabilmektedir. Tatiller bedavaya getirilmekte, çocuklara yüksek burslar alınabilmektedir.
Ve bunlar bir süre sonra makamın hakkı gibi görülebilmektedir.
Makam yoluyla çürümenin başlaması bazen masum gibi görünen yollarla olabilmektedir.
Efendimiz aleyhissalatu vesselamın bu konuda tutumu nettir.
Zekat memurlarından biri topladığı zekat mallarını Resulullah aleyhissalatu vesselama takdim ediyor. Yanında bir kısım mallar kalıyor. Efendimiz kendisine soruyor: "Bunlar nedir?" Zekat memuru, "Bunlar bana verilen hediyelerdir" diyor. Resulullah aleyhissalatu vesselam "Sen ananın evinde oturuyor olsaydın bunlar sana verilir miydi?" diyor ve bu malları ondan alıyor.
Eğer adalet üzere bir ıslah ve inşa istiyorsak çıkarlarımıza zarar veriyorsa bile çürümeye direnebilmeliyiz.
“Benim zalimim”, “benim rüşvetçim”, “benim hırsızım” deyip susuyor ve göz yumuyorsak küresel çürümeyi eleştirmeye hakkımız yok.