Birkaç gündür darbeleri konuşuyoruz. Evet, Cumhuriyet tarihinde birçok darbeye şahit olundu. İlk zorba tahakküm darbesi 27 Mayıs 1960 tarihinde yaşandı. Darbeler sırasında liderlerin tavrı ve halkın duruşu hep dikkatimi çekmiştir. Darbelerin ilk mağduru Adnan Menderes’in sükûneti dikkatlerden kaçmıyor. O tarihte Adnan Menderes, Eskişehir’den Kütahya’ya giderken yolda önü kesiliyor ve askerler tarafından derdest ediliyor. Menderes’in itiraz etmeden teslim olduğu söylenir. Menderes, her şeye rağmen sivil zihniyetli bir kişilikten olsa gerek, oluşan durumu soğukkanlılıkla karşılamış. Hatta mahkeme salonlarında bile munis bir tavırla mantıklı ifadeler verdiğine şahit oluyoruz…
Daha sonraki hükümet süreçleri döneminde darbe ve muhtıralara maruz kalan Süleyman Demirel, askere karşı daima çekingen davranmış, en küçük bir itiraz tavrı göstermeden teslim olmuştur. Bu husustaki tutumu sorulduğunda; “Askerle karşı karşıya kalmak istemem, ceketimi alıp giderim.” diyerek teslimiyetçi tavrını itiraf etmiştir…
Biraz daha beriye geldiğimizde 28 Şubat süreci arifesinde Başbakan Erbakan üst düzey komutanları makamında müzakereye çağırdığında, öğle yemeği için sofrada içki görmeyen komutanlardan biri (Oramiral Güven Erkaya): “Rakı yok mu?” diye sorar. Bir ziyafet sofrası değil, sıradan bir öğle yemeği olduğu halde Merhum Erbakan Hoca’nın hassas damarına basıyordu. Masaya getirilen rakıya ve küstahlığa karşı Erbakan Hoca sessiz kalır. Ama bu tablonun oluşturduğu pozisyona karşı sessiz kalması onu korumaz ve bir süre sonra Başbakanlıktan istifasını vermek zorunda kalır. Darbeciler muratlarına nail olur…
Bu gidişatın son hali ve darbe teşebbüslerinin son örneği de 15 Temmuz 2016’da gerçekleşti. O direniş ve karşı koyma, insanlık tarihinde altın harflerle yazılmıştır. Siviller, komutansız, başsız, tankların üstüne yürüdü, kritik noktalarda ölümü göze alarak darbe tehlikesini canları pahasına savuşturdu. Cumhurbaşkanı’nın televizyon kanalından duyurulan bir telefon çağrısı sivil direnişin başlamasına ve başarıyla sonuçlanmasına yetmişti.
Genel olarak halk hareketleri böylesine başsız, komutansız cereyan etmez. Bir organizasyona bağlı olur. Örneğin Fransız İhtilali, Bolşevik İhtilali, hatta İran devrimi ve daha niceleri örgütlü, planlı hareketlerdi. Fransız İhtilali kısmen örgütsüz başladı ama süreç içerisinde tam olarak örgütlendi… Ama 15 Temmuz gecesi nasıl olduysa herkes birlikte hareket ediyor ve yeni bir darbeye karşı hep beraber hareket ediyorlardı. Bu kişiler sürü psikolojisiyle hareket etmiyorlardı ve işin vahametini çok iyi biliyorlardı. Özellikle havuzlar başında abdest alıp meydana koşanlar hep dikkatimi çekmişti. Sanki ilahi bir güç insanları oraya sevk ediyordu. Ve neticede 251 kahraman ahirete yürüdü. Bu itibarla bir halk hareketi olarak 15 Temmuz dünya tarihinde nadir görülen bir tabloyu resmetmiştir… Netice olarak; darbeleri savacak olan sadece lider değildir. Asıl olan halktır. Bilinçli, şuurlu ve imanlı bir halk memleketin selamet güvencesidir.