“18-24 Mart Yaşlılar Haftası” kapsamında ziyaretçi akınına uğrayan darülaceze sakinleri, kendilerine yönelik yapılan ziyaretlerden memnuniyet duyuyor. Her birisinin farklı bir hayat hikâyesinin olduğu darülaceze sakinleri, kaldıkları kurumda kendilerine gösterilen ilgi ve alakadan dolayı çok memnun olsalar da çocuklarının kendilerine sahip çıkmaması onları fazlasıyla üzüyor.
Darülacezedeki durumları ve bu kuruma gelmeden önceki hayatları hakkında İLKHA’ya konuşan sakinler, yalnızlığa terk edilmekten duydukları üzüntü ile birlikte, darülacezede kendilerine gösterilen ilgi için de memnuniyetlerini dile getirdiler.
1943 yılında Kastamonu’nda dünyaya gelen ve yaklaşık 4 aydır Darülaceze’de kalan Nazif Kara, “Daha önce yufkacılık yapıyordum. Ayağımdan rahatsızlanınca işimi yapamadım ve buraya geldim. Bakacak kimsem yok, yapayalnızım. Allah ile baş başayım.” dedi.
Gençlere tavsiyelerde de bulunan Kara, “Gençlerin aydınlığa giderken karanlığa düşmelerini istemiyorum. İleriyi iyi görmelerini istiyorum. Biz ileriyi göremedik, doğru dürüst okuyamadık. Onun için buradayız. Acı, tatlı birçok şeyi gördüm. İnsanın kendisini tartması lazım. Terbiyeli ve çalışkan olması, boş yere harcama yapmaması lazım. Evlenirken de soyuna sopuna bakması lazım.” diye konuştu.
Darülacezede kalan sakinlerle bazen sıkıntı yaşadığını belirten Kara, personellerden ise çok memnun olduğunu söyledi.
“Burası artık bizim evimiz”
5 ay gibi kısa sürede darülacezeye alıştığını belirten Ayla Engin, “1947 yılında İstanbul’da dünyaya geldim. Aslen göçmeniz ama İstanbul’da doğup büyüdüm. Nişantaşı’nda okudum. 5 aydır buradayım. Başta biraz zorluklar çektim ama şimdi alıştım. Buranın her şeyinden memnunum. Burası artık bizim evimiz. Bir yere gidince 'Hadi evimize dönelim.' diyoruz. Hiç evlenmedim ve bundan pişman da olmadım. Fakat anne baba hayatta olmayınca yalnız başına yaşanmıyor. Malum emekli maaşlarıyla geçinemiyoruz. Onun için kendi tercihimle buraya geldim. Şimdi çok memnunum, iyi ki gelmişim” şeklinde konuştu.
“Hayatımın 50 yılından fazlası boğazda geçti”
14 yıl önce eşi vefat eden ve ardından 2 oğlu da vefat eden 75 yaşındaki Gülşen Martın ise şu ifadelere yer verdi: “7,5 aydır darülacezede yaşıyorum. 6,5 aydır da atölyede çalışıyorum. Atölyede güzel bebekler yapıyorum. O bebekler beni hayata bağladı. Kendimi, tamamen onlara kaptırdım. Sanki yeniden çocuk yetiştiriyorum gibi oluyor. Ben Avrupa kökenliyim. Babam Bulgaristan’dan göç ederek Kırklareli’ye gelmiş. Ben de orada doğmuşum. Aslında savaş çocuğuyum. Savaş bitmek üzereyken dünyaya gelmişim. Daha bir yaşındayken rahmetli halam beni İstanbul Fatih’e getirmiş. 74 senedir İstanbul’da yaşıyorum. Hayatımın 50 yılından fazlası boğazda geçti. İstanbul’un en güzel yeri olan boğazda yaşadım. Sonra Tuzla’ya taşındık, ardından tekrar bu tarafa (Avrupa Yakası) geçtik. Eşimle acı tatlı çok güzel günlerimiz oldu. Tatlı günlerimiz daha fazlaydı. Acı günlerimiz ise çocuklarımız büyüyünce başladı. Delikanlı çağlarında onlarla baş edemiyorduk. Eşim onları fazla kırmak istemiyordu. Çocuklarım kendi başlarına, kendi istedikleriyle evlendiler. Fakat mutlu olamadılar. İlk torunumu ben büyüttüm. 18 sene sonra dedesini ölüm yatağında bırakıp hiç istemediği babasına gitti. Anne babası ayrılmıştı. O yüzden ben baktım. Eşimle çok güzel günlerimiz oldu. Onu çok özlüyorum.” dedi.
Martın, son olarak şunları söyledi: “14 sene evvel eşimi, sonrasında iki oğlumu kaybettim. 2 oğlum, bir kızım daha var. 2 oğlum da maalesef beni terk etti. Yani ben 4 oğlumu da kaybetmiş oldum. İkisi toprakta, ikisi yeryüzünde ama benden çok uzakta. Hem bana yakınlar hem de çok uzaklar. Bu yalnızlığa 4 sene dayanabildim. Artık dayanamayacak hale gelince, elim ayağım tutmamaya başlayınca ve yatalak kalmaktan korktuğum için buraya geldim. Önce çocuklu olanları almadıklarını duymuştum. Fakat yine de şansımı denemek istedim. Başkanımız herhalde halime acıdı ve beni buraya kabul etti. Ben de evimi buraya bağışladım. Burada atölyede bebek yapmaya başladım. Son dönemlerde mutluluktan uçacak gibi oluyorum. İlk bebeği kızımdan olan torunuma yaptım. Kızımla aram çok iyi, onunla da torunlarımla da görüşüyorum. İki kere beni ziyarete geldiler. Çocukların okulu olduğu için gelemediklerini söylediler. Ben de ‘Zararı yok, sesinizi duymaya bile razıyım.’ dedim.”
İLKHA