Varlık mücadelesi için doğunun heybetli bıçak sırtı dağlarının arasından yola çıkan taptaze bir genç, İstanbul’un içkili mekanlarında karanlığın pençesine düşmüştü. Vicdanı karanlıklar içindeki ruhunu sıkıp bırakıyor, yüreği çölün suya duyduğu hasretle bir ışık arıyordu. Nihayet bir grup Müslüman’ın vesilesi ile umduğunu bulup, bambaşka birine dönüşmüştü.
Artık o bambaşka biriydi, sakalıyla, giyimiyle, ibadetiyle, oturuş ve kalkışıyla gerçek bir davetçi olmuştu. Öyle ki, yıllar sonra memleketine döndüğünde İslam düşmanlarının bir numaralı düşmanı haline gelmişti. Her taraftan kendisini kuşatıp durdular, aylarca psikolojik baskı kurdular, boykot uyguladılar ve en sonunda öldürme tehditlerinin ardından gence birçok yönden geri adım attırmayı başardılar. Genç ölmekten kurtulmuş, ama üzüntüden ölmekten beter bir hale düşmüştü.
Bu olayı öğrenen bir grup gizli davetçi; “Ey Genç! Allah şahit olsun ki, Allah’a yeminler olsun ki senin intikamını alacağız.” Demiş ve gece gündüz öyle bir çalışma yapmışlardı ki, yıllar sonra hepsi artık birer hedef haline gelmekten kurtulamamışlardı. Bu davetçiler, İslam düşmanlarının bölgede yok edilmesi gereken bir numaralı düşmanları haline gelmişlerdi. Ama çoktan iş işten geçmiş, ciddi bir alevin kıvılcımı atılmıştı. Tehditler, öldürme girişimleri, psikolojik ambargolar, acılar, uykusuz geceler, tedirgin bekleyişler, kaçırmalar ve de nihayetinde hicretler yaşansa da artık bu saatten sonra büyük bir intikam alınmıştı. İslam düşmanlarının kalbine hançerler saplanmış ve birçok yerde İslam’ın güzellikleri konuşulur olmuştu. Öyle ki geçmişte İslam düşmanı teröristlerin kampı olarak bilinen bir bölge, artık İslami hareketin kampı olarak şehirde yankılanır olmuştu. Artık hicret vakti gelip çattığında; “Ey genç! Vallahi bundan daha iyi bir intikam alınamazdı. Biz sana ve de Allah’a olan sözlerimizi yerine getirdik.” Deyip, yeni bir imtihanın mücadelesine girişmişlerdi...
Her şeyiyle kendisini İslam davasına adamış bir davetçi; “Bir dükkanımız vardı. Şehit Aytaç Baran hayattayken sürekli gelip, bizi dava uğrunda az çalışmaktan dolayı eleştirirdi. Onun şehadetinden sonra dükkana gelip, şöyle bir baktım ve sonra, 'Allah şahit olsun ki seni üç talakla boşuyorum' dedim. Ve dükkanı satıp tamamıyla bu yola koyuldum.” demişti.
Sabah namazına kadar kitap okuyan bir davetçi; “Batıl dava sahipleri gece gündüz okuyor ve koşuşturuyorlar. Biz hak dava sahibiysek, bizim daha çok okumamız ve daha çok koşuşturmamız ve bu konuda daha çok ahdetmemiz gerekir.” Demişti.
İslam davası uğruna mücadele eden birçok dava adamını dinlediğinizde buna benzer yeminlerin, sözlerin ve şartların koşulduğuna şahit olacaksınız. Aynen sahabelerde olduğu gibi. Efendimiz’e(a.s.v) yapılanlardan dolayı intikam yeminleri eden sahabeler gibi, Abdullah b. Mesud(r.a)’un, sırf müşrikleri uyarmak için ahdedip Kâbe’nin dibinde “Rahman Suresi”ni haykırması gibi, Şehadet uğruna sözler verilmesi gibi… Ki Allah’u Teala, İslam davasının en hareketli savunucuları için; “İnananlardan, Allah'a verdiği ahdi yerine getiren adamlar vardır. Kimi, bu uğurda canını vermiş, kimi de beklemektedir. Ahdlerini hiç değiştirmemişlerdir.”(Ahzab 23) buyurarak dava sahiplerinin sözlerine ve bu konudaki bağlılığına dikkatimizi çekmiştir.
Elhasıl; İslam davasının en heyecanlı ve hareketli dönemlerine baktığınızda Allah’la, kendi kendileriyle ve birbirleri ile sözleşen ve zalimlere karşı bilenen bir söz verenler ordusu ile karşılaşırsınız. Ve bugün batılın gece gündüz demeden, tüm imkanları ile bin bir cihetten İslam’a karşı atağa geçmesine rağmen, davanız uğruna verecek sözleriniz ve edecek yeminleriniz kalmamışsa, uzun lafın kısası; İslam davasına katacak fazla bir şeyiniz ve heyecanınız kalmamıştır, demektir.
Selam ve dua ile