28 Şubatta fişlendim. Neden mi? Efendim İstiklal Marşı'nı Atatürk büstü önünde okumuyor muşum? Neden? Çünkü yağmur yağdığında büstün önü bir karış çamur oluyordu. Ben de yan tarafta çimentolu yerde okutuyordum. Sebep bu!
Gel zaman git zaman bu sefer çocuklara dini telkinlerde bulunmak ve camiye götürmekten şikâyet edildim.
Sonra başka bir zaman, bu sefer ‘devletin laik düzenini yıkıp yerine şeriata dayalı bir düzen kurma' suçlamasıyla gözaltına alındım. Gözümüz kapalı bir şekilde emniyet kapısından içeri girince, duydum ki başka suç ortaklarım da varmış. Sıraya dizdiler. Bana sordukları ilk soru “Dayın var mı?” oldu.
Dayısı olanları bir tarafa olmayanları da öbür tarafa alıyorlardı. Ne dediklerini anladığım halde ben işi biraz da saflığa vurarak “var” dedim. “Kim” dediler. İstanbul'daki dayılarımı söyledim. “Ondan bahsetmiyoruz lan! Anakara'da dayın var mı?” Yok. “Götürün bunu” dediler. Götürdüler bir odaya soyup üryan ettiler. Daha sonra her çeşit işkenceyi yaptılar. O gün Ankara'da dayısızlığın mahrumiyetini iliklerime kadar hissettim. “Yukarıda Allah'ımız var” diyeceğim ama bunlar Allah'tan korkmaz insan müsveddeleri.
Anladım ki adalet heykelinin gözü bağlı değilmiş, adaletin gözünü bağlamıyorlar burada, mağdurun gözünü bağlıyorlar. Kapalı kapılar ardında adalet üçkağıtmış, güçlüden yanaymış. Gözünü açıp dayısı var mı yok mu diye bakıyormuş. Ona göre kılıcı sallıyormuş!
Askerde de kısa dönem yapacağız. Ankara'da sınav var. Yedek subaylık sınavı ve de acemi birlik yeri belli olacak. Bir hafta sonra yerimizi öğrenmeye gidiyorum. Ad soyad söylüyoruz. Komutan askere emrediyor, asker de gidip listeye bakıyor. Asker geri geldiğinde, “Komutanım bahriye. İstanbul deniz kuvvetleri …. ” komutan bana döndü: Nerden yaptın bu torpili lan söyle bakalım. Ankara'da hangi dayın var?” Yok komutanım dayım falan yok dedim. O zaman askere dönerek; “Git yeniden bak oğlum. Yanlış bakmışsın” dedi. Asker gitti geldi: “Komutanım Ankara zırhlı birlikler okulu” dedi. “Tamam işte şimdi oldu. Hadi güle güle!”
Bir daha Ankara'da dayısızlığın acısını yüreklerimize kadar hissettik!
Cezaevindeyiz. Bu sefer Rahşan affı diye bir af çıkardılar. Yine hükümet ortaklarından biri MHP. “Zinhar bunlar yararlanmayacak” dediler. Sağımızdan solumuzdan koğuşlar boşalıyordu. Biz yine boynu bükük bir şekilde zindan köşelerinde kalmıştık. Çünkü Ankara'da dayımız yoktu!
Bir daha Ankara'da dayısızlığın acısını zindan köşelerinde çürüyerek ödüyorduk.
Bugün de yine bir af gündemde. Bakıyorum da Ankara'da dayısı olanlar yine af kapsamına alınmışlar. Ama dini için, namusu için, nefsi müdafaa için suç işleyen, 28 Şubat darbesinin zulmüne uğrayanlar. Feto'nun hışmına uğrayanlar, Sivas davası mazlumları için kılını kıpırdatan yok.
Adı Adalet ve Kalkınma partisi olan bir parti de durmuş seyrediyor. Müslüman ve muhafazakar insanların, sorunlarını çözsün diye başa getirdiği bu parti de MHP'nin kuyruğuna takılmış gidiyor. Eğer bu haliyle bu af yasası çıksa AK Parti mazlumların, bağrı yanıkların, Allah'tan başka kimsesi olmayanların çooook bedduasını alacak!
Yetkililer bir an önce bu işe el atmalı ve toplumun beklentisini karşılayacak adil bir düzenleme yapmalılar. Toplumda var olan adalet zedelenmesini zir u zeber etmesinler. Adalet mülkün temeli ise bu adaletle bu mülk daha fazla ayakta durmaz. Ya mülk gider ya da mülkü idare edenler!
Bu hukuk sistemini Ankara'da dayısı olanlara göre düzenlemekten vazgeçelim. Ankara'da hâkimler var, savcılar var. Adalet var. Hak ve hukuk adamları var diyecek bir sisteme çevirelim.
Yoksa dayılı hükümet sistemi ile bu ülke idare edilemez.