1) Her şey değişir; varlık dünyasında değişmeyen yoktur. Değişimin vuku bulduğu iki ana alandan söz etmek mümkün; biri maddi, kozmik alandaki değişim, diğeri beşeri, toplumsal alandaki değişim.
2) Değişim hareketin belirtisidir. Arap şairi “değişmeyen şey değişimdir” der. Bu, sürekli hareket halinde olduğumuzu gösterir. Öyle olması zorunludur, çünkü Baki olan sadece Allah’tır; Allah Baki ise, O’nun dışındaki her şey değişir. Kur’an açısından baktığımızda, üç ayrı tarzda değişim olduğunu tespit edebiliyoruz:
a) Tebdil. Tebdil, ikame etmek demektir. Örneğin yılanın derisini değiştirmesi bir tebdildir. “Tebdil-i kıyafet” dediğimiz, yani kıyafetimizi değiştirmemiz bir tebdil hareketidir.
b) Tahvil. Yer değiştirme ve dönüştürme demektir. Bulunduğumuz bir yerden başka bir yere geçerken değişiyoruz. Bir yerde üretilen bir malın alınıp başka bir yere götürülmesi de tahvildir.
c) Tağyir. Bu, iç dünyamızla ilgili bir iç değişimi, adeta bir iç dönüşümü ifade eder.
3. Değişim modernliğe indirgenemez. Yanlış bir biçimde değişim modernleşme şeklinde algılanır, hatta çoğu kişi modernliği “yeniliğe, yeni olan”a indirger. Zamansal olarak modernlikle, dünya, insan ve toplum ilk defa değişiyor değil; modernlik öncesinde de –Âdem’den (a.s) bu yana- insanlar değişiyor, sürekli bir değişim hali yaşıyorlar. Bunu modernliğe indirgemenin mahzuru, hegemonik bir kavramın, yani Batı’ya göre değişimin ortaya çıkmasıdır. Burada sabite Batı’dır, değişimin olup olmadığı bu sabiteye göre ölçülmektedir. Oysa bu anlam çerçevesinde söz konusu olan “değişim” değil, “uyarlama”dır. Buna göre kendinizi Batı’ya ne kadar uyarlayabiliyorsanız o oranda olumlu yönde değişiyorsunuz demektir. Eğer kenrinizi uyarlayamıyorsanız muhafazakâr veya tutucu oluyorsunuz. Değişimi modernliğe indirgemek bizatihi sömürgeciliktir.
4. Her değişim idealize edilemez ve yüceltilemez. Soldan kökenli liberal yazarlar değişimi fetişleştirmişlerdir. Sürekli değişimden bahsetmektedirler. Fakat nasıl değişiyor olduğumuza dair tutarlı bir görüşleri yoktur. Mesela savaşlar, çatışmalar, yoksulluk, açlık, eşitsizliklerin yaygınlaşması, eşcinselliğin artması, cinsel sapkınlıklar, ailenin dağılması, uyuşturucu, alkolizm vb. olgular bir değişim içinde vuku bulmaktadır. Bunlar iyi yönde, arzulanabilir bir değişim değildir. Eşitsizlik adaletle yer değiştirirse -tahvil edilirse- bu özünde “iyinin hüküm sürdüğü” bir değişimdir. Gelir bölüşümünda adalet olursa iyi, adaletsizliğin derinleşmesi kötü bir değişimdir. Demek ki her değişim mutlaklaştırılamaz ve yüceltilemez.
Değişime İslami noktai nazarından baktığımız zaman, “şakuli ve yatay değişim”den söz edebiliriz. Şakuli değişimin de iki versiyonu var:
a) “Dikey” değişim: Dikey, aşağıdan yukarıya doğru olan değişimdir; bu, kemaldir. Mesela eşitsizliklerin yerini adalete, paganizmin yerini tevhide bırakması gibi, tereddi/kötü halden kemale doğru değişim, şakuli değişimin arzu edilen, önerilen aşağıdan yukarıya doğru olan versiyonudur. Biz, dünyada yaşıyoruz; varlığın en uzak ve en alçak mertebesindeyiz. Tekrar ait olduğumuz yere varmak, yukarı çıkmak için değişmek zorundayız. Bu, ahlaki ve manevi, kemal yönünde arzu edilen değişimdir.
b) “Düşey” değişim: Tereddi; iyi vaziyetten kötü vaziyete düşmek. Mesela bir insanın mümin veya Müslüman iken irtidad etmesi düşey manasındadır. Keza, salih bir insan iken içki içmeye, zina etmeye başlaması, yani ahlaki bir dejenerasyona uğraması, şakuli değişimin düşey olan versiyonudur. Buna göre doğru ve meşru olan değişim, yüksek ahlaki hakikatlerden neş’et eden sabitelere göre olan değişimdir. Daha önce belirttiğimiz üç sabite korunup değişim bunlara göre sağlanıyorsa, ideal ve doğru olan, yüceltilmesi gereken değişim budur.
İslam dünyasının içinde bulunduğu durum iyinin motive edip mobilize ettiği bir durum değildir. İslam dünyasının yeni bir değişim projesine ve yeni bir değişim modeline ihtiyacı vardır. Bugüne kadar uygulanmakta olan değişim projeleri, İslam dünyasının durumunu iyileştirmedi; arzu edilen hedeflere ulaşılamadı. İslam dünyasındaki değişim, içerden, ruhtan gelen bir talep doğrultusunda olmalıdır. Bu konuda Molla Sadra’nın bize ışık tuttuğunu düşünüyorum. Aristo’dan İbn-i Sina’ya kadar Meşşailer, hareketin ve değişimin sadece arazda olduğunu söylüyorlardı. Molla Sadra buna itiraz etti ve cevherde de hareket olduğunu söyledi: “Cevherin sabit olduğunu iddia etmek ulûhiyete ortak olduğunu söylemektir. Bir cevher var, kendini muhafaza ediyor ve sabit tutuyor; bu Allah’ın Baki ismine, sıfatına ortaklıktır; hakikat-i halde cevherde de hareket vardır.” Keza Yunanlılar ve Meşşailer, hareketi madde üzerinde düşündüler, maddedeki değişimin referans alınması gerektiğini varsaydılar. Molla Sadra ise bir cevheri hareketin olduğunu ve bu hareketinde aşk üzerinde, Allah’a doğru gittiğini söyledi ki, bu önemlidir.
Bugüne kadar bizim maruz bırakıldığımız değişim projeleri, dışarıdan bize empoze edilmişlerdir. Haricidir, mekaniktir ve zorlayıcıdır. Dışarıdan gelen değişim, araz değişim projesiydi. Araza dayalı değişim veya hareket bir sadmeyle, çarpmayla meydana gelir. Bu, araza ilişkin bir harekettir; cevhere inmez ve cevherde bir istek ve arzu uyandırmaz. İşte bu yüzden Müslüman toplum veya ümmet, dışarıdan gelen bu değişim projelerine katılmıyor, takati yettiği oranda direniyor. Eğer biz, cevheri harekete dayalı bir değişim projesini geliştirebilirsek, Müslüman toplumun kendisi buna sahip çıkacaktır; çünkü bu değişimde aşk vardır. Mekanik, zorlayıcı, baskıcı ve tahrip edici değişim projeleri bugüne kadar İslam dünyasında tutmadı. Bizi ayağa kaldıracak, ahlaki, sosyal ve maddi olarak takviye edecek değişim modelini Aydınlanmanın veya Batı’nın referans kaynaklarında bulamayız. Ne liberalizm ve Marxizm, ne milliyetçilik ve muhafazakârlık yaramıza merhem olur. Derdimizin dermanı İslam’ın kaynaklarında mevcuttur.