İlk deist örnekleriyle 2002'den sonra karşılaştım. Önemli bir kısmı, anne-babaları ayrı yaşayan ya da babaları görevi gereği çocuklarıyla yeteri kadar zaman geçirmeyen ailelerin çocuklarıydı. Genelinin anne-babası, bir dönemin hızlı sosyalistlerinden ve Alevi kökenliydi. Diğer kısmı, kendilerini “Atatürkçü” olarak niteleyen ve genelde Silahlı Kuvvetler ya da Emniyet'te görevli ailelerden, görevleri icabı sosyalist olduklarını söyleyemeyen bireylerin çocuklarıydı.
Yakalarında irice Atatürk rozetleri taşıyan ya da çantalarının üzerinde Che Guevara (Cekovara) resimleri bulunan o gençler, beni insanî olarak çok severler; ben de onları anlamaya çalışırdım. Kimi zaman onlara hissettirerek hâllerine üzülür hatta kahrolurdum. Onlar, kötü çocuklar değildi; kötü ortamda doğmuş ve o ortama mahkûm kalmış gençlerdi.
Tamamına yakınının anne-babası, gençlik yıllarında ideolojisinin adeta militanıydı ama sosyalizmin çökmesiyle oluşan boşluğu, zevkperizme yönelerek doldurmuşlardı. Fena halde içiyorlar, çocukların anlattıklarına bakılırsa arzulara uymakta sınır tanımamaktan yanaydılar, kendileri gibi yaşamayanları ise dünya nimetlerinden anlamayan, ahirete inanmakla dünyayı kaçırmış ahmaklar olarak görüyorlardı.
Gençler ise o anne-babaların ideolojik yanlarından bir şeyler kapmış ama onların düştüğü tutarsızlığı gördükçe fena hâlde bunalmışlardı. Ailelerinin ideolojik karşıtlığıyla İslam'dan nefret ediyorlardı, hatta İslam'a ait her şeyden. Namaz kıldığımı duydukları hâlde, beni asla bir Müslüman olarak düşünmek istemiyorlardı. Kimi zaman Hıristiyan misyonerlere hafif eğilim duymuş, olmayınca Budizm'e şöyle bir bakıp ondan da uzaklaşmışlar ve zevkperizme yönelmişlerdi. “Annem, benden betermiş” sözünü ilk kez o gençlerden duydum. Hakikatte bu sözü yaptıklarının aile “değerleri” ile uyuştuğunu ifade etmek için kullanıyorlardı. Zira zevkperizmde anne-babalarının uğramakta sakınca görmediği, değerlerin üzerlerindeki etkisinden dolayı varmadığı bir boyuta ulaşmışlardı.
Maneviyatı hiç tatmamış o gençler, her yaptıklarını eski raconla irtica karşıtı faaliyet sınırları içinde kutsuyorlardı. Ama gerçekte bütün yaptıkları, düşünmekten kurtulmak için zevke yönelmekten ibaretti.
Onlarla konuştuğumda sorduğum son iki soru hep “Doydunuz mu ve arzularına uymakla doyulabileceğine inanıyor musunuz?” olurdu. Aldığım cevap da hep aynı şekil ve aynı mahiyetteydi. Başlarını önlerine eğer ve “Hayır!” derlerdi.
Allah'a inanmıyorlar mıydı? Ezici bir çoğunluğu inanıyordu. Ama Allah'ın, onların yaşamını yönlendirici hükümler gönderdiğine karşı çıkıyorlardı. Açıkçası bu çocuklar, vahye inanmamışlardı, fıkhı yok sayıyorlardı. Dolayısıyla o günlerde kendilerine deist demeseler de (ki diyen de vardır) bu gençlerin mühim bir kısmı bugünlerde yayıldığı öne sürülen birer deizm mensubuydu.
Deizm yeni bir şey değil mi?
Hayır! Deizm, insanlığın en eski, ta Kabil'e kadar giden safsatalarından biridir. Eskimiş, köhnemiş ama güncelliğini hiçbir zaman yitirmemiş ve tarih boyunca daima insanlığın neredeyse yüzde ellisini etkisine almış bir eğilimdir.
Deistler ne diyormuş? Bunu Yasin Ceylan, adında konunun uzmanı biri gibi boy gösteren bir profesör açıklamış: “Deizm, tüm evrenin gerisinde hareket veren bir güç olduğuna inanan bir Tanrı inancıdır. Ancak bu Tanrı, insanların ilişkilerine karışmaz. Sadece ilk hareketi verir, dolayısıyla bir elçi göndermez, kutsal kitap göndermez.”
İyi de Aristo, bundan çok farklı bir şey mi söylüyordu? Merhum Seyyid Kutub'un Aristo'ya getirdiği eleştiri tam da burayla ilgili değil miydi?
Merhum Seyyid Kutub, daha Fatiha Sûresi'nin tefsirinde, “Bu meselenin çözümü, İslâm öncesi dönemlerin en gelişmiş felsefi düşüncesi sayılan Aristo'nun görüşlerini izlemek de değildi. Bu görüşe göre: "Allah, evreni bir kez yarattıktan sonra artık onunla bir daha ilgilenmedi, onu kendi hâline bıraktı." Bu görüşü savunan Aristo, en büyük felsefeci ve en akıllı insan sayılıyordu o dönemde!..” demiyor muydu? Ve bunu başka yerlerde daha sert ifadelerle tekrarlamıyor muydu?
Daha önemlisi, Yasin Sûresi'nin 15. ayetinde buyrulduğu üzere, Hz. İsa'nın havarilerine “Siz, bizim gibi birer insandan başkası değilsiniz. Rahman hiçbir şey indirmemiştir. Siz sadece yaIan söylüyorsunuz” diyen karye (kasaba, kent) halkı deistlerden farklı bir şey mi söylüyordu?
Ayet-i kerimede geçen karye, büyük ihtimal Antakya'dır, deniyor. Merak ettim: O dönemde Antakya yöresinde Aristoculuk var mıydı? Var olmak da ne? Yunan şehirlerinden kaçan Aristocular, oraya sığınıp zamanla oranın sosyal ve siyasi hayatına da yön verecek güce ulaşmışlardır. Nihayetinde kendilerine Hz. İsa'nın dinini tebliğ eden elçileri linç etmişler, yükseklerden aşağı atıp yakmışlar. Hatta şehrin dışından gelip onları öldürmeyin diyen “adam”ı da öldürmüşlerdir.
Sonra Fransız İhtilalı ile bir despotizme, diktatörlüğe ve bizzat kanunen terörizme dönüşen Avrupa aydınlanmacılığı bir deist hareket değil midir?
Deizm, Latince deus (Tanrı) kavramından türetilen Fransızca déiste sözcüğünden alınmadır. “Deist” kavramı İngiliz filozof Charles Blount'ın ilk olarak 1680 yılında yayınlanan “Deist Dinin Özet Açıklaması” adlı yapıtından bu yana yaygın olarak kullanılıyor, deniyor.
Kabul, peki Batı sekülerizminin/laikliğinin öncülerinden J. J. Rousseau (Russo) deist değildi de kim deist? Sonra Almanların büyük felsefecisi Kant, “seküler ahlak” iddiasıyla deizmden başka neyi öneriyor? Batı'da Tanrı'ya inandıklarını söyleyip “seküler demokrasi”yi savunan herkes birer deist olmaktan başka ne olabilir?
Ve Türkiye'de New-Helenizm'in (Yeni Yunancılığın) en büyük temsilcilerinden Yahya Kemal Beyatlı, deist değildi de başka bir şey miydi? Yahya Kemal, edebiyat dünyasına iki talebe kazandırmış, onlardan ki aynı zamanda metresinin oğlu olan Nazım Hikmet, ateist oldu. Ya Ahmet Hamdi Tanpınar? Eğer gizli bir ateist değilse dört dörtlük bir deist değil miydi?
Ya bizdeki ateist olmayan, İslam fıkhı ile birlikte o fıkhın kalıntılarından oluşan örfü da tanımayan geniş bir Alevi kitle, “Ben, Allah'a inanırım, Ehl-i Beyt'i severim, içkimi içerim, helal haram insanın içinde” deyip fıkhı inkar ederken dolaylı olarak deizmden başka neyi anlatıyor?
Açıkçası, eskimiş, fazlasıyla yaygın ve insana hiçbir şey vermeyen bir eğilim, ABD ve diğer uluslar arası güçlerle ilişkisi her zaman mevcut, bir grup sosyalizm kalıntısı tarafından piyasaya sürülüyor. Bu seküler yapının yardımına her zaman olduğu gibi entelektüel selefçilik (öz dönüşçülük) ile bir grup Batınî eğilimli yetişiyor. Her zaman olduğu gibi bu üç grup, dayanışma içinde Müslümanların çocuklarını saptırma mücadelesi veriyor.
Meselenin öte yanına gelince, seküler ailelerin çocuklarının durumu malumdur. Ama bir kısım dindar da son süreçte aşırı varlık karşısında veya başka sebeplerle inancıyla tutarsızlık içindedir. Tutarsız olanlar, inanç veya fikrî miraslarını sürdüremezler.
Söz konusu aşırı varlıklı dindar tutarsızların çocukları, aynen eski sosyalistlerin çocukları gibi fikrî bir boşluk yaşıyor ve iç dünyalarında oluşan boşluğu zevke yönelerek doldurmaya çalışıyorlar. Ancak bunlar, yoğun bir dindar ortamda yetiştiklerinden zevk tapıcılığından suçluluk duyuyor, bu suçluluğun zevklerini bozduğunu düşünüyorlar. Bundan kurtulmak için zevkperizmlerini deizm diye kutsama yoluna, dolayısıyla zevklerine uyarken mukaddes bir iş görme havasına yöneliyorlar.
İdeolojilerin iflasını gören, ellerindeki terimleri bir bir kaybeden ama hâlâ medya gücünü elinde bulunduran Batı bağlantılı sosyalistler, esrarengiz olabileceğine inandıkları her kavramı çıkarıp o kavram etrafında kendilerini yaşatmaya çalışıyorlar. Bütün bunlar, deizmin yeni ve esrarengiz bir eğilim olarak yayıldığı safsatasına yol açıyor.
Ayrıca bu mesele ABD Başkanı Bush ve yardımcısı Dick Ceheney'in İslam dünyasını istila için reçete olarak gördükleri ateizm ve cinsel sapmacılık projelerinden de uzak değildir. Farklı boyutlar taşıyan bu proje, her süreçte yenilenerek önümüze konuyor. Bunun parçalar toplamının, bütüncül neticesinin nihayetinde İslam alemini tüketeceği ve emperyalizme yem yapacağı düşünülüyor.