Yangın yerine dönen bir coğrafyadan sesleniyorum. Haykırıyorum duyan yok... Yürek yangınları, sel sel olan gözyaşları, kan kusuyor geleceğimiz. Şehirlerimizin altı üstü barut dolu... Biri alttan bombalıyor, öteki üstten. Biri gencecik Kürtleri kurban ediyor, beriki Türkleri…
Kaç yıl geçti üzerinden anlamıyorum. Daha dündü haykırışlarımız. Elinde dosyalarla sahte gülücüklerle çözüm süreci diye barış teranelerini okuyanlar. Bebek katilinin güvercin postuyla Yasin'in kanı dişlerinden akarken bile kimse umursamadı. Her gün sürüyle çocuğu dağa kaldırıp beyinlerini iğfal ederken kimse ses etmedi. Şehirler tonlarca patlayıcı ile doldu taştı, kimse görmedi. Evler cephanelik oldu, umursayan yok. Bir yandan kalekolların inşaatçısı olmuştu TOKİ. Arada sahipsiz milyonların sesini duyan yok.
Sonra ne mi oldu? Boş bir soru, herkes biliyor cevabını. Beşi o taraftan beşi bu taraftan her gün karşılıklı onlarca kayıp. Taraflar öldürdükleri sayıları yarıştırırken kimsenin ağlamaya mecali bile yok. Gözyaşları kurumuş ve faşizm zehri sosyal medya ağlarında çığ gibi yayılıyor alkışlar arasında…
İşte molozların arasında onu gömecek sahibi bile olmayan beden parçaları. Gözlerin nazarında kat kat gizlenen çeyiz sandıkları, renklerini gri ile değiştirmiş nakışlar bile süsleyemiyor şehrin yıkıntılarını.
Tarafların zafer naraları altında omuzları daha da çöken bir halk... Gönül dünyası onarılmaz yaralarla dolu. Geleceğe kin ekiyoruz, kan biçeceğiz yıllarca.
Çözümden bahsedemiyoruz, iki ucu kirlenmiş Demoklesin kılıçları var ellerinde. Ama bir sorum var, delice…
Önce Kürt halkına:
Senin adına senin şehirlerini yakıp yıkan, çoluk çocuğunun eline çaydanlıklar vererek üzerine tankları obüsleri çeken ve bilmem hangi yaratığın güvencesi ile palazlanan, gelecekte de senin kaderini tayin edecek olan bu arsızları daha ne kadar besleyeceksiniz?
Şimdi de Türk halkına:
Yalan ve sahte olduğunu herkesin bildiği bu çözüm sürecini sürdüren ve bu sahte süreci göbekleri patlatırcasına savunan ve nihayetinde de büyük bir yıkımla sonuçlanan, yüzlerce eve ateşi düşüren, sonu tahmin edilmez bir kopuş ve telafisi mümkün olmayan bunca insan hakları ihlallerinin mimarlarından kim hesap soracak? Hesapsız mali yükü mevzu dahi etmiyorum.
Evet, biz bu kadar kolay mı kanacağız zekâmızla dalga geçen asalaklara? Ne zamana kadar bu nasipsizler rahatça nutuk atacaklar? Yaptıkları ne zamana kadar kâr kalacak?
Çözüm sürecinin batak olduğunu söyleyen onca akla rağmen ısrarla ve inatla bu noktaya sürükleyenler hesap vermeyecek mi?
Üzerimizde bu denli pervasızca tasarrufta bulunanlara nereye kadar prim vermeye devam edeceğiz?
Şehirlerimiz, geleceğimiz, insanlığımız, kardeşliğimiz, hukukumuz her şeyimiz bu ihtiraslara kurban oluyor, can çekişiyor. Çok değil, iki taraftan da birkaç kişi bunun hesabını verse yenileri bir daha bizi bu kadar kolay felakete sürüklemez belki, çekinirler.
Yani çözüm sürecini biz kendimizde başlatmalıyız. İçimizdeki düşmanları yok etmeliyiz. Önce kalbimizden söküp atmalı, sonra da toplumdan süpürmeliyiz. Aksi takdirde, şehirlerimize ve başımıza daha çok toprak dökülecek, daha çok “Xwelî li serê me” diyeceğiz.