Hızla iş yerinden çıktı. Elinde sımsıkı tuttuğu kağıt parayla köşeyi döndü. Gideceği marketi görünce yavaşladı.
Her taraftan gürültü sesleri geliyordu. Kimi iş yerinden kesilen demir, kimi iş yerinden çekiç, kimi iş yerinden de yükselen hizar sesleri araba motorlarının seslerine karışıyordu. Köşeyi döndüğünden beri bu armoniyi tamamlayan tek ses, marketten yükselen arabesk müzikti.
Hemen içeri daldı. Biraz sonra çıktığında elinde iki somun ekmek ve bir poşet üzüm vardı. Geldiği yoldan tekrar geri döndü. Tam köşeyi dönecekken ansızın duvardaki afiş gözlerine takıldı.
Afişte; enkaz altından çıkarılmış, toz-toprağa bulanmış ölü bir bebek gördü. Ayrıca bir başka adamın elleriyle tutup havaya kaldırdığı ikinci ölü bir bebek vardı. Harabeler içinde feryatlarla bağıran bir başka adamın da kucağındaki üçüncü bir kız çocuğuna gözleri ilişti, o da ölmüştü. Ağzına atmak için elindeki poşettten aldığı üzüm tanesi boğazına takıldı. Bir-iki öksürüp rahatlayınca tekrar afişe baktı. Güçlükle yutkundu. “Bunu nasıl fark etmedim ki?” diye hayıflandı.
Afişteki resimden yansıyan kompozisyon, sözlerle bütünlüğünü tamamlıyordu:
“Duasız Olmaz, Dua da Yetmez!”
Siyonist İsrail Zulmü Altındaki
Müslüman Kardeşlerimize
Bir Ekmek Parası da Olsa
Yardımlarımızı Esirgemeyelim!”
Elindeki ekmeklere bakıp afişe çevirdi bakışlarını. Yavaşça yürüdü. İşyerine vardığında babası oğlunun neşesiz olduğunu gördü.
-Oğlum!...
-Geldim baba!” dedi 11 yaşındaki çocuk.
Marketten aldıklarını babasına gösterdi.
-Bu da paranın üstü, dedi babasına.
Oğluna göz kırpan babacan demirci
-Kalsın, dedi.
Hafif bir gülümseme yayıldı küçük çocuğun yüzünde. Elindekileri bırakarak hemen babasının küçük bürosuna yöneldi.
-Ne o, dedi babası. Nereye öyle?
Elindeki bozuklukları gösteren çocuk,
-Kumbarama atacağım, dedi.
Bıyık altından gülümseyen babası, oğlunu içten içe takdir ediyordu. “Fakat neden neşesiz ki? Markete giderken iyiydi” dedi kendi kendine.
Bürodan çıkan çocuk, üzümleri yıkayıp sofra kurma hazırlığına başladı. Az sonra baba oğul sofradaydılar.
Burası şehrin demir-doğramacılarının, marangozlarının, oto tamircilerinin bulunduğu küçük bir sanayi sitesiydi. Küçük çocuk yaz mevsimi boyunca babasının demir-doğrama atölyesinde çalışıyordu. Aslında çalışmaktan çok ufak işler için babasına yardımda bulunuyor, uzun zamandır hayalini kurduğu bisikleti almak için harçlık biriktiriyordu.
Babası yemek boyunca sessiz duran oğlunun bu tavrına bir mana veremedi. Tam sebebini soracaktı ki kapıda biri belirdi.
-Afiyet olsun, dedi.
-Sağ olun, buyurmaz mısınız?
-Teşekkür ederim. Kapıda beliren genç adam; “Ben, Mustazaf-Der’den geliyorum. Derneğimizin gayesi mustazaflar ile yardımlaşmak, onları madden ve manen desteklemektir.”
Babasından çok, küçük çocuğun merakla dinlediğini görünce, genç adam konuyu biraz daha açtı.
-Yıllardır Siyonist İsrail zulmü altındaki Filistinli kardeşlerimize yardım kampanyası başlattık. Bir ekmek parası da olsa Müslüman kardeşlerimize yardımlarımızı esirgemeyelim.
-Amca, dedi çocuk genç adama merakla. Duvardaki afişleri siz mi astınız?
Tebessüm etti genç adam.
-Evet, biz astık.
Oğlunun neşesiz oluşunun sebebini anlamıştı demirci. Aldığı makbuz karşılığı 5 ytl. lik yardımda bulundu. Genç adam, teşekkür ederek ayrıldı. Komşu iş yerine de uğrayıp henüz uzaklaşmamıştı ki arkasından bir ses duydu.
-Amca! Amca!
Dönüp baktığında küçük çocuğu gördü. Güleç yüzüyle yaklaşan çocuk, sımsıkı tuttuğu avucunu genç adama uzattı.
-Amca! Bu da benim yardımım.
Gülümseyen genç adam.
-Teşekkür ederim, dedi. Adın ne senin?
-Nasır.
Arkasını dönüp hızla uzaklaşan küçük Nasır’ın ardından bakakalan genç adam “Adın gibi ol!” dedi içinden. Tekrar işine koyuldu. Tek tek uğradığı işyerlerinden kimi az, kimi çok, kimi de yoğun bir ilgi-alaka göstererek Filistin’i ümmetin kanayan yarası olarak gördüğünü belirtip böylesi bir kampanya başlattıkları için duasız olmayan, duanın da yetmediği yardımlarda bulundu.
Gönül hoşnutluğuyla sanayiden henüz uzaklaşan genç adam, ardından bağıran ince bir sesle irkildi.
-Amca! Biraz bekle.
Nefes nefese kalan küçük Nasır, genç adamın elinden tuttu. Olanlardan bir şey anlamayan genç adam;
-Ne oldu Nasır? Neden koşuyorsun?
-Amca gel! Nolursun!
-Nereye, dedi gülümseyerek.
-Babamın iş yerine. Nolursun amca.
Peki, ama ne oldu ki?
Küçük Nasır bir yandan elini tuttuğu genç adamı çekerken, bir yandan da cevap veriyordu.
-Bir şey yok amca, Hele bir gidelim de...
Demirci dükkanına vardıklarında onları gören küçük Nasır’ın babası tebessüm etti.
Meraklandım doğrusu, dedi genç adam. Oğlunuz adeta beni sürüklercesine getirdi. Hayırdır inşaallah.
-Nasır’ın kusuruna bakmayın, dedi demirci. Siz gittikten sonra bir alev gibi tutuştu. İlla da yardım etmek istediğini söyleyip durdu. Cebimdeki bozuklukları verdim. Onları size vermesine rağmen içi rahat etmedi. Meğer öğleyin markete giderken sizin afişinizi görmüş. Oldukça etkilenmiş. Şimdi tekrar yardımda bulunmak istiyor.
-Yardımda mı?.. Siz mi?
-Hayır, O!...
Nasır’a dönen genç adam, yüzünde güller açan bir çehreyle karşılaştı. Hiçbir şey demeden hızla büroya giren Nasır, elinde tuttuğu bir demir kutuyla geri döndü. Onu genç adama verdi. Olanlardan hiç bir şey anlamamıştı genç adam. Nasır ise açıklık getirmeye çalışıyordu.
-Bu benim kumbaram. İçinde bisiklet almak için biriktirdiğim harçlığım var. Filistindeki çocuklara yardım etmeniz için veriyorum. Hepsini onlara verin tamam mı? Ben yine toplar bisiklet alırım...
Güçlükle yutkunan genç adamın yanaklarından süzülen iki damla gözyaşı her şeyi açıklıyordu.
-Elbette, elbette Nasır...
Demir kumbaradan çıkan 50 ytl’lik bozuklukların hepsini bir poşete koyup uzaklaşan genç adama, gökyüzü olanca maviliğiyle tebessüme durmuştu.