Birinci Dünya Savaşı’nın ağır yıkımından ve peşinden gelen kültürel savaştan ihya hareketleri ile çıkan İslam toplumları, güçlendiler, muhalefet oldular ve nihayet toplumsal bir kargaşaya yol açmadan iktidar olabilecek gücü yakaladılar.
I. Dünya Savaşı fiziki işgalinin ve ardından ihtilalciler eliyle yürütülen kültürel savaşın İslam dünyasını bitirmediğini gören Batı, bir kez daha İslam gerçeğiyle yüz yüze geldi, ürktü, harekete geçti ve son otuz yılda üzerinde çalıştığı planları son 10-15 yılda fiili bir operasyon sürecine dönüştürdü. Bugün, bu operasyonun koalisyonu ile yüz yüzeyiz.
En tepede Amerika ve eski Batı, onların yanında içeriden finans kaynakları ve “düşünce enstitüleri” ile Körfez Krallıkları… Bir de bu işin gizli müttefikleri, bugün bilinmese de yarın mutlaka “oyunu” teşhir olacak gizlilik ustaları…
Bu üst yapının altında operasyonel birlikler olarak Filistin’de israil, Mısır’da General Sisi, Libya’da General Hafter…
Körfez Krallıkları, finansman güçleri ve düşünce enstitüleri ile İslam dünyasında İslamî kadroları toplumsal düzen kurucu değil, toplumsal düzeni yıkıcı olarak tanıtacak yapıları sürekli besliyor; üst güç ABD ve müttefiklerine “operasyon meşruiyeti” gibi “en değerli” desteği sağlıyor. Alttaki operasyonel güçler ise ABD’nin desteğinde, askeri işleri yürütüyor.
Bunun altında koalisyonun kitlesel tabanı var: eski sosyalist gruplar, günahkârlığı hayat tarzı haline getiren hippi kesimler, Batı’yla doğrudan işbirliği içinde olan sözde bazı ılımlı çevreler, Mısır’daki Kıptiler gibi kimi azınlık grupları ve aylıklarını doğrudan ABD kuruluşlarından alan kimi liberal görünümlü gazeteciler-akademisyenler…
Bu koalisyon, Mısır’da iktidarı darbe ile ele geçirdi, Tunus’ta seçimle ele geçirmeye çalışıyor; Pakistan’da ise sokak gösterileri yaptı. Koalisyonun İslam düşmanlığındaki aşırılığını anlamak için Amerikan merkezli israil kuruluşu MEMRI (Ortadoğu Medya Araştırmaları Enstitüsü) ve Kanada’da yerleşik Tarek Fatah gibi isimleri izlemek yeterli… Körfez Krallıklarının finans kaynakları ve düşünce kuruluşları ile üretilmiş, toplumsal düzeni alt üst eden grupları vitrine çıkarıyorlar ama doğrudan İslam’a karşı savaşıyorlar.
Sürekli hedeflerinden biri ise Türkiye… Türkiye idaresine karşı inanılmaz bir iletişim savaşı yürütüyorlar. Hiçbir fırsatı kaçırmıyor, servis edilmiş bütün “uygun haberleri” anında paylaşıyorlar. Seslerini paylaştıkları yapılar arasında Talabanî’nin YNK’sinin ve PKK-PYD’nin özel bir yeri var… Onları koalisyonun doğrudan birer ortağı olarak görüyorlar.
Bu tabloyu unutmadan biraz geçmişe dönelim: Talabani’nin YNK’si ve PKK… Her iki yapı da bir dönem Kürt gençlerine Demirci Kawa hikâyeleri öğretiyorlardı. Batı’nın Hıristiyanlıktan kopuş deneyimi üzerinden Kürt gençlerini İslam’dan koparmak için boşlukları doldurulmuş, ozanca bir maharetle güncelleştirilmiş, eline silah alacak gençler için aksiyon kaynağına dönüştürülmüş, bir mit(oloji).
Her insanda zulme karşı isyan hissiyatını uyandırabilecek, alabildiğine insanî bir kahramanlık hikâyesi… Demirci Kawa, despot Dahhak’a karşı… Newruz’la zafere eren, zulme karşı bir mücadele pratiği… Dahhak gaddar, Demirci Kawa kararlı… Çoğu genç, Demirci Kawa’nın izinden gitme hevesiyle ulusal solcu Talabani ve PKK’ye inandı, o inançla dünyasını değiştirdi…
Şimdi, “Çağın Dahhak’ı kim?” sorusuna, ABD ve müttefikleri cevabını vermeyecek kaç kişi var? Dün Demirci Kawa ile, gençleri harekete geçirenler, bugün Dahhak’ın sarayında yer kapma yarışında… Dahhak koalisyonuna kabul edilmek için manen kardeş görmeseler de biyolojik kardeşleri olduklarını inkâr edemeyecekleri gençleri Diyarbakır sokaklarında Dahhak’ın ateşine atıyorlar. Komşularının evlatlarını çağın Dahhak’ının sarayında yer kapmak için kurban ediyorlar.
Bu hazin durum, Cengiz Çandar ve Hasan Cemal gibi neoliberal gazetecilerin dün Köylü Mao türküleriyle yola çıkıp bugün ABD’nin Pentagon’una teklif yetiştirme peşinde koşmasıyla bir arada düşünüldüğünde kendi zeminine oturuyor.
Ama kimsenin göz ardı edemeyeceği bir gerçek vardır:
Toplumlar, kimi dönemlerde farklı sebeplerle dinden uzaklaşır ama dinden uzaklaşmanın yıkıcı toplumsal dehşetini yaşayınca dinle ilişkisini yeniden düzenler ve kendisini dinden uzaklaştıranlara lanet okur.
Bu gerçeği görmek isteyenlerin illa Yezid’e kadar gitmeleri gerekmez; İslam dünyasının son yüzyılına bir göz atmaları yeterlidir.