Malumunuzdur, Emperyalist odaklı cinayet şebekeleri, işgal ve yağma politikalarını yürütürlerken balla tatlandırılmış zehirlerini de akıtmaya devam etmektedirler. Maksatlarına ulaşmak için insani duygu, düşünce ve yaşam tarzına saygıyı ifade eden kavramlar kullanmaktan geri durmazlar. Bu kavram ve sloganların en popüler olanı ise Demokrasidir. Onun için biz de bu kavram üzerinde az da olsa durma ihtiyacı hissediyoruz.
Dünyada birey ve toplum hayatına yön veren her şey birbiriyle etkileşim içerisindedir. İnsanlar, kültürler, sistemler, ideolojiler ve medeniyetler gibi. Bu etkileşimlerden de yeni bir takım oluşumlar meydana gelmektedir. Bu meydana gelen oluşumlar ya da yönetim sistemlerini herkes kendi bakış açısına göre değerlendirmektedir. Yönetim sistemlerini de; günümüzde herkesin kendi bakış açısına göre tanımlamaya çalıştığı demokrasi ya da demokratik düzen olgusunu da bu kapsamda değerlendirmek mümkündür. Kendi doğal ortamında yetişip, ait olduğu toplumun zaman süreci içerisinde değişen ve artan talepleri karşısında gelişip günümüze kadar ulaşan ve sahipleri sayesinde en popüler olmuş sistemlerden birisi de demokrasidir.
Demokrasi kısaca, “siyasal denetimin doğrudan doğruya halkın ya da düzenli aralıklarla halkın özgürce seçtiği temsilcilerin elinde bulunduğu, toplumsal ve ekonomik durumu ne olursa olsun tüm yurttaşların eşit sayıldığı yönetim biçimi” şeklinde tarif edilmektedir. Ana çatısı tarifinde olmakla beraber demokrasi uygulamaları ülkeden ülkeye, toplumdan topluma farklılıklar arz etmektedir. Her insanın tabiatında, özgür yaşama, özgür düşünme ve düşündüklerini serbestçe dile getirip engellerle karşılaşmama isteği yatmaktadır. Bu bağlamda bakıldığında diğer denenmiş baskıcı ve totaliter eğilimli beşeri sistemler içerisinde en uygun görüleni yine demokrasidir.
Demokrasi rejimi, batı aklının sistem yönünden ulaştığı doruk nokta olarak karşımızda durmaktadır. Bugün, uygulayıcıları ve havarileri tarafından “evrensel norm” diye takdim edilen demokratik değerler, kültürel ve sosyolojik altyapısı üzerine bina edilmiş batının gözünde evrensel gibi görünebilir. Ama bambaşka ortamlarda yaşamış, batıyla taban tabana zıt bir kültürle yetişmiş, geçmişten gelen birey-toplum ilişkisiyle hiçbir zaman batıyla aynı noktada buluşmamış, apayrı bir geleneğin mensubu olan; evrenselliği ilahi mesaj ve vahiy kültüründen ibaret bilen İslam toplumu için demokrasiyi evrensel görmek, gerçeklerden kopmaktan başka bir şey değildir. İslam toplumunun şu anda içinde bulunduğu durum elbette arzu edilen bir durum değildir. Toplum yönetim biçimi, toplumun birikimleri üzerine inşa edilmemişse, adına ne derseniz deyin, benimsenme noktasında toplum için meşru yönetim biçimi sayılmaz, hele evrensel diye asla nitelendirilemez. Bu noktadan bakıldığında İslam toplumu için “evrensel norm” olarak neyin kabul edilmesi gerektiğini de, “evrensel” düşünebilecek beyinlerin takdirine sunmak isterim.
Evrensel değerler ya da sistemler reklamı yapılıp pazarlanabilir. Ama hiçbir zaman dayatılamaz, dayatma aracı olarak da asla kullanılmaz. Hele kirli emeller için asla pazarlık konusu olmaz, olmamalıdır da. Batı toplumu için vazgeçilmez değer olan demokrasi sistemi, dayatıldığı batı dışındaki toplumlarda zalimane değerlere dönüşebilmekte, yerel ya da küresel hegemonyacılar için dayatma aracı olmaktan kurtulamamaktadır. Yalnız hemen belirteyim ki, bu kapsamda batı derken sadece Avrupa anlaşılmamalıdır. Köhne Yunan felsefesi ile binbir aşamadan geçip günümüze gelmiş Hıristiyanlık kültürü temelinde kendini bulan, tarihi ve kültürel geçmişi açısından Avrupa eksenli tüm toplulukları anlamak lazımdır. Bugün batının en büyük çabası, İslam coğrafyasında demokrasi için numune mahiyetinde bir model üretebilmektir. Bu uğurda nice yerlerde model oluşturma girişimlerinde bulunulmuş, tam işler rayına oturtuldu ya da demokrasi kültürü yerleşti derken elde edilen kazanımlar, sonun başlangıcı olmaktan öteye gidememiştir. Bunun en canlı örneğini de Cezayir ve kısmen de Türkiye demokrasisi teşkil etmektedir.
Tüm olup bitenlerden sonra uğruna binlerce insanın kanının akıtıldığı, bir o kadarının da zindanlara atıldığı Cezayir'deki demokrasi deneyimini bir tarafa bıraksak dahi, şu anda biraz da kerhen model ülke olarak sunulan Türkiye'nin, uzun zamandır devam eden demokrasi serüvenini gözden geçirirsek, yuvarlanan tencerenin hala kapağını bulamadığını net bir şekilde müşahade edeceğiz. Orijinal olmayan değişik marka yedek parçaları farklı bir mekanizmaya monte etmeye kalkarsanız, tabi ki arızalardan kurtulamazsınız.
Batılı toplumlarda tabanın arzu ve baskısıyla hayat bulan demokrasi; Müslüman toplumlarda belirli süreçlerden sonra giyotinleşmekten öteye gidemiyor. Bağrından çıktığı batı toplumu için çoğulcu ve özgürlükçü olan demokrasi; Müslüman halklar için mutlu azınlık veya darbe demokrasisi olmaktan kurtulamıyor. Onlar için temel hak ve hürriyetlerin garantisi olan demokrasi; bizim için esaretin, mağduriyetin, hak ihlallerinin temel gerekçesi oluveriyor. Çünkü bize, kültürümüze ait değil de ondan. Kültürel geçmişi ve geleneği vahiy kültürü üzerine bina edilmiş bir alt yapıya, eski Yunan putperest kültürünün üst yapısını monte etmeye kalkışmak; akabinde ya pişman olup vazgeçmeyi, ya da jakobenleşme'yi beraberinde getirmek olacaktır.
Sistem olarak bugün islam toplumuna değişik gayelerle dayatılmak istenen demokrasi, henüz kendi iç çelişkilerini aşmış değildir. En önemli göstergesi parlementer sistem olarak beliren demokrasi, ait olmadığı toplumlarda çoğu zaman sembolik olmaktan öteye gidememiştir.
Kapitalist anlayışla bütünleşerek mevcudiyetini hissettirebilen demokrasi, parlementer sistemle yola çıkıp parlementer oligarşinin oluşmasına neden olabiliyor. Bunun sonucunda da, tarifinde geçen “toplumsal ve ekonomik durumu ne olursa olsun eşit sayılması gereken tüm yurttaşlar”, demokrasi oyununda birer figüran olmaktan başka şansları kalmıyor. Oysa İslam toplumunun arzu ettiği şey, parlementer oligarşinin figüranı olmak değildir. Eğer Müslümanlara bu durum uysaydı, zamanında Mekke Site Devleti'nde hüküm süren parlemento oligarşisinin getirdiği cazip teklifler ele alınıp değerlendirilebilirdi.
Batı toplumlarında adalet, özgürlük, eşitlik ve insan hakları temelleri üzerine kurulu olduğu iddia edilen demokrasi, ait olduğu uygulayıcılarına nisbeten bunları sağlamıştır. Ama “ötekiler” için hiçbir zaman samimi yüzünü ortaya koymamıştır. Bugün, ait olduğu Avrupa ve Amerika'da halk iradesinin gerçek manada belirleyici olmasının teminatı olan demokrasi, bizlere gelince batı cephesinin “çıkar” aracının teminatına dönüşüyor. Mesela; Etnik ve dini azınlıklara va'dettiği özgürlükler kapsamında Endonezya'dan ayrılmak isteyen Hristiyan Doğu Timor bölgesi için bağımsız bir devlet oluşturma aracı olan demokrasi ve uygulayıcıları olan Amerika ile Avrupa ülkeleri, aynı talepleri olan Müslüman Batı Timor ve Açe bölgeleri için bırakın bu taleplerin karşılanması, tam tersine sindirme harekatına karşı merkezi yönetim oligarşisine her türlü desteği verebilmektedir.
Darfur bölgesindeki Hristiyan azınlık için Sudan yönetimini uluslararası arenada köşeye sıkıştırıp hak ihlalleri bahanesiyle ülkenin içişlerine müdahale etmekten zevk alan Amerika ve kimi Avrupa ülkeleri; Mindanao yarımadasında ölüm kalım mücadelesi veren Müslüman azınlığa yönelik Filipin ordusunun operasyonlarına bizzat katılıp her türlü desteği verebilmektedir.
Halkına zulmediyor bahanesiyle Saddam rejimini ortadan kaldıranlar; Özbekistan'da yine demokrat kovboylardan cesaret alarak ve kovboy mantığıyla hareket ederek, yere göğe sığmayan zülmüne karşı en masumane yöntemlerle tepkilerini ortaya koyan insanları hunharca katleden, katlederken de zevk alıp diğer toplum kesimlerine de mesaj gönderen KGB artığı Kerimov yönetimine destek verenler, hatta sessiz kalmakla teşvik edenler, yine demokrat batı ülkeleridir.
Öbür taraftan İslam dünyasının çoğu bölgelerinde devletleştirilen ve zulüm mekanizması olma özelliğini sürdüregelen despot rejimlerin varlığı ve inadına desteklenip abad edilmeleri, batı demokratlığının en büyük marifetlerindendir. Müslümanlara yönelik böyle çifte standart örneklerini daha da sıralamak mümkündür.
Hristiyan, Yahudi ya da mülhid ideolojilerden birinin mensubu olanlara demokrasinin tüm nimetleri peşkeş çekilirken; batı demokrasisinin kalbi sayılan ve en üst kurumu olarak kabul edilen AİHM, Müslüman kadının başörtüsünü dahi siyasi simge ve demokratik rejime başkaldırı olarak değerlendirebilmektedir.
Demokrasi, uygulayıcıları sayesinde değişik yerlerde kimi kesimler için gerçekten özgürlük şemsiyesi oluverirken, kimi yerlerde, küresel devlet terörizminin gerekçesi olarak karşımıza çıkmaktadır.
Kimileri belki ismiyle özdeşleşen ülkelerden dolayı demokrasiyi insafsızca eleştirdiğimi düşünebilirler. Ama biraz daha ileri gitmek istiyorum. Kanaatimce bu ülkeler başkaları için demokrasiyi gerçek anlamıyla değil de yükledikleri mecaz anlamlarla tarif etme yöntemine başvurmuş görünmektedirler. Bu kapsamda hegemonyacı demokratik batı ülkeleri için başka bölgelere müdahale gerekçesi olarak kabul edilen demokrasi, aslında hedef seçilen kimi yerler için zengin enerji kaynakları anlamında, kimi yerler için petrol ve yeraltı kaynakları anlamında, kimi yerler için de askeri üs, stratejik bölge ve kuşatma anlamlarında kullanılmaktadır.
Batılılar gerçekten demokratik değerlerinin mükemmel ve evrensel nitelikli olduğuna inanıyorlarsa, ikiyüzlülüğü, çifte standardı, “ötekiler” anlayışını, yerine göre etnik ve dini azınlık ayırımcılığını bir tarafa bırakmalı ve pratiklerinde bunu göstermelidirler. Sömürgeci alışkanlıklarını sürdürmek uğruna geliştirdikleri sahte özgürlükçü, yapmacık politikalarını bir tarafa bırakmalıdırlar.
İslam dünyasındaki demokrasi sevdalılarına gelince;
Demokrasinin mimar ve uygulayıcılarının gerçekten kendilerinin dışındakilere özgürlükçü demokratik hakları vereceklerini düşünenler büyük bir yanılgı içerisindedirler. Nedenine gelince; demokrasinin öngörüsü, gerçek manada özgür halk iradesi, yönetimde şeffaflık, serbest düşünme, hukukun üstünlüğü vb. etkenlerin temeli oluşturmasıdır. Uygulayıcılarına gelince; bugün biz Müslüman halklar için en cazip taraflarından biri de hayallerimizi dahi zorlayan şey, uygulayıcılarının ulaştıkları zenginlik ve maddi refahtır. Demokrasi konusunda en masum ve samimi olarak bildiğimiz Avrupa ülkelerinde kişi başına düşen milli gelir, 10-15 nüfuslu ailelerimizin yıllık toplam gelirinin de kat kat üstündedir.
Aynı Avrupa ülkelerinin zenginlik kaynaklarına bakıyoruz; Hangisi petrol ve doğalgaz gibi temel enerji kaynakları yönünden kendi kendine yetecek rezerv ve üretime sahiptir? Hiç birisi. Sanayi ham maddesi olarak kullanılan her çeşit yeraltı madenleri yönünden hangisi kendi kendini idare edecek yeterliliğe sahiptir? Hiç birisi. Ekilebilir tarım arazilerinin genişliği yönünden hangisi kendi kendini idare edebilecek durumdadır? Tek tük. Okul ders kitaplarında dahi “Kıtalar Coğrafyası” bölümleri işlenirken yeraltı ve yerüstü zenginlik kaynakları bakımından en yoksul kıta olarak öğrendiğimiz Avrupa'da bunca zenginliğin kaynağı nedir, bu değirmenin suyu nereden akmaktadır? Elbette ki çoğunlukla İslam ülkelerinden. Peki, bu tezgah nasıl kuruldu? Tabi ki sömürge politikaları neticesinde oluşturulan çağdaş ve ince hırsızlık yöntemleriyle.
Şimdi bu gerçekler ışığında aklı selim ile düşünürsek eğer, Müslüman topluluklarda, Avrupa'daki gibi bir demokrasi anlayışı yerleşirse, bizler açlık ve sefaletin pençesinde kıvranıp dururken çağdaş hırsızlık yöntemleriyle çalınan zenginlik kaynaklarımızın hesabını yerli işbirlikçilerden sormaz mıyız? İslam dünyasının çeşitli bölgelerinde en kıymetli zenginlik kaynakları olan petrol ve doğalgaz deryasında sefilleri oynayan Müslüman topluluklar, oluşabilecek özgürlük ortamlarında buna göz yumarlar mı? Batılı demokratikleşmiş toplumlarda yönetim kademesinin muhtemel “nitelikli hırsızlık” eylemlerine ya da yolsuzluk ve hortumlama politikalarına göz yumuluyor mu, veya böyle bir şeye cesaret edilebiliniyor mu?
Durum böyleyken İslam dünyasının başına musallat ettikleri despot yönetimlerle oluşturdukları “korku imparatorlukları” sayesinde hesap sorma mekanizmalarını tamamen yok edip iç ceplerimize kadar bizleri soyan demokratik batı, bizlere öngördüğü demokrasi anlayışında samimi davranabilir mi? Samimi davranırsa bu, onların intiharı ya da bindikleri dalı kesme anlamına gelmez mi?
Bu gerçekler göz önündeyken demokratik batılı ülkeleri zaman zaman İslam dünyasındaki anlaşmalı zorbalara kısmi demokratik açılımlarda bulunma telkinleri ve kimi zaman dar kapsamlı baskıları, ya da Müslümanlara yönelik kapsamlı hak ihlallerinden bazılarına karşı çıkmalarını da, çıkarlarını zedeleyebilecek daha büyük infiallerin önüne geçip kısa süreli nefesler aldırmak amacına yönelik bir aldatmacadan öte bir şey değildir.
Artık yeni mantığını C.Pollok, M.Rubin, Wolfovitz, ve R.Pearle gibi Yahudi fanatiklerin oluşturduğu dağıtımının uluslararası spekülatör Soros'un vakıflarına ve diğer mandacı çok uluslu dev şirketlere ihale edildiği; tetikçiliğini İsrail koordinasyonunda Amerika, İngiltere ve diğer Avrupa ülkelerinin yaptığı; dayatmacı demokrasi aldatmacasından bizlere hayır gelmeyeceği aşikardır. Konsept gereği İslam ve Müslümanları açıkça düşman olarak görenlerin kalkış zeminini oluşturmuş demokrasi anlayışı; kravatlı, takım elbiseli haydutların ana felsefesi haline geldiğini unutmayalım. Kısacası demokrasi'yi putlaştıran batı, bugün putunu yemekle meşguldur. Dolayısıyla doyumsuz iştahının esiri ve kurbanı olmuştur. Allah tüm müslümanları zalim ve kafirlerin şerrinden muhafaza etsin (amin).
İnzar Dergisi