İslam ümmetinin farklı coğrafyalarında yaşanan çatışma ve kaosun etkisi ile büyük bir mülteci göçü ve bunun neticesinde büyük dramlar yaşanıyor. İnsanlar, yaşadığı toprakları ve bütün varlıklarını geride bırakarak sonu belli olmayan bir yolculuğa çıkıyorlar. Avrupa'ya doğru yapılan bu yolculukta insanların bir kısmı denizde boğuluyor. Özellikle son zamanlarda denizde boğulan mülteci sayısı katlanmış durumdadır. Bu insanların neredeyse tamamına yakını Müslüman'dır. Ortadaki bu tablo, başta İslam ümmeti olmak üzere, tüm insanlığını yüz karasıdır. Bu tablo, bütün insanlığın ayıbı ve vebalidir. Bu tablonun oluşmasının birinci derecede sorumlusu ise, emperyalist Batı dünyasıdır. Batı'nın, İslam ümmetinin topraklarında gerçekleştirdiği işgal ve sebep olduğu fitne, bu insanları yurtlarından etmekte ve belirsiz bir meçhule doğru yola çıkarmaktadır. Bütün bu acılar ve felaketler yaşanırken, hala İslam ümmeti içerisindeki kaos bütün hızı ile devam etmektedir. Kimse bu felaketten ve yıkımdan ders çıkarmaya niyetli değil. Fitne ve kaos olanca hızı ile devam etmektedir. İslam ümmetini kasıp kavuran bu kaos dalgası, bu gün artık Batı sahillerini de güçlü bir şekilde dövmektedir. Batı'nın fitnesinin semeresi, kendisini tehdit etmektedir. Ne gariptir ki, bu yıkıma Batı sebep olduğu halde mülteciler yine de Batı'yı kurtuluş kapısı olarak görmektedir. Kim bilir, belki bu yöneliş, ileriki yıllarda Batı'da bir takım değişimlerin ve süreçlerin tetikleyicisi olabilir. Kaynakları talan edilen, ataları katledilen ve köleleştirilen ve emperyalistlerin sebep oldukları yıkımı iliklerine kadar yaşayan bu insanlar, beklenilmeyen sosyolojik süreçler inşa edebilirler.
Başta İslam ümmetinin zengin ülkeleri olmak üzere, herkes bu muhacir kardeşlerimize el uzatmalıdır. Bu acıların katlanmaması adına, bir an önce tüm birey ve kurumlar üzerlerine düşen vazifeyi ifa etmelidirler. İslami ve insani vazife bağlamında bu meselede taşımış olduğumuz ağır sorumluluğun şuurunda olmalıyız.
Batı, bu insanlık krizinde yine sınıfta kaldı. Bu yıkımın müsebbipleri kendileri oldukları halde, sorunun çözümüne katkıları olmadı. Sadece imaj tazeleme bağlamında medyatik bir takım girişimler dışında sadra şifa bir adım atılmış değil. Ayrıca bazı Batılı ülkeler ise, “her kriz beraberinde bir fırsat taşır” kaidesince, bu krizi ranta dönüştürmeye çalışıyor. Özellikle Almanya'nın tavrı her ne kadar yapıcı olarak görünse bile, aslında utanç vericidir. Özellikle mültecilerin kabul edilmesi noktasında Hıristiyanlığa geçişin şart koşulması, tam bir rezalet ve Batı'nın insan hakları yalanının apaçık bir delilidir. Mülteci krizinin çözümüne katkı sunma adına Almanya gizli ajandasını devreye sokmak istiyor. İnsanların içerisinde bulunduğu zor şartlardan yararlanmaya çalışmak tam bir onursuzluktur. Özellikle insani krizlerde din faktörünü öne çıkarıp ayrımcılık yapmak, insanları din değiştirme seçeneği ile yüzleştirmek bir insanlık ayıbıdır. “Mazlumun dini sorulmaz” ilkesi, evrensel bir kriter olarak kabul edilmelidir. Batı'nın insan hakları ve hümanizmi, sadece dünya milletlerini kandırmak için uydurulmuş koca bir yalandır.
Almanya'nın yaşlanan nüfusu göz önünde bulundurulduğunda, açıklanan rakama sadık kalınırsa, mülteci kabulü, Almanya için bir gençlik aşısı olur. 800 bin – 1 milyon arası mültecinin kabul edilmesi devasa bir ucuz iş gücü demektir.
Mültecilerin mazlumiyet ve mağduriyetleri hususunda özellikle şuna dikkat çekmek istiyorum:
Aralarındaki anlaşmazlıkları müzakere masasında çözmeyi bir stratejiye dönüştürmeyen ve silah kullanmayı marifet sanan ve bunun neticesinde bu kadar mazlumu Batıya mahkûm edenlere yazıklar olsun. Sorunları kendi aralarında müzakere ile çözmek yerine, emperyalist Batı'nın hakemliğine ve ittifakına başvuranlara yazıklar olsun. Batılıların hakemliği ve ittifakı acılarımıza acı katmakta, sorunlarımızı krize dönüştürmekte ve krizleri de derinleştirmektedir. “Çözüm” diye girilen bu yol, İslam ümmetinin felaketi olmaktadır.
Yine başkalarının acıları ve gözyaşları üzerinden saadet arayanlar bilmelidirler ki, birilerinin acıları başkalarının kalıcı mutluluğunun kaynağı olamaz. Mazlum milletler, bu acı gerçeği müstekbirlere göstermelidirler.