Son günlerde dershanelerle ilgili çok şey yazıldı, söylendi. Dershane sektörü bir anda ülkenin gündemine oturdu ve bu uzun süre de gündemde kalacak görünüyor. Kimi dershanelerin varlığını “garabet” olarak gördü, kimi yokluğunu “milli felaket” olarak lanse etti. Biz de varlığını garabet ile yokluğunu milli felaket saymadan bu işe yıllarını vermiş, konunun uzmanı olan ancak taraf olmayan birileriyle bu konuyu masaya yatırmak istedik. Sorularımızı yanıtlayan 17 yıllık eğitimci Hamdullah Yıldız, dershanelerin kapatılmasından önce dershanelere olan ihtiyacın tamamen ortadan kaldırılması gerektiğini vurguladı.
90’LARDA DERSANELER CAZİBE MERKEZİYDİ
Hamdullah bey sizi kısaca tanıyabilir miyiz?
17 yıllık öğretmenim. Mesleğimin ilk beş yılında kamu hizmetinde bulundum. Dokuz yıl özel dershanelerde çalıştıktan sonra üç yıldır yine kamu hizmetinde çalışmaktayım. Dershanelerin yayın ayağında da çalışmalarıma devam etmekteyim.
Önceden kamuda çalışırken neden dershaneciliğe geçtiniz, bu bir anda mı oldu?
Tamamen duygusal(!) nedenler diyeceğim. Kamuda aldığımın üç katı bir ücret teklif edilince devlet memuru olarak kalmanın bir anlamı yok diye düşünmüştüm o zamanlar.
Öyleyse neden tekrar kamu hizmetine dönüş?
Türkiye’de son beş yıldır dershanecilik sektörü ciddi kan kaybetmeye başladı. Sektör gerileyince kaybeden patrondan ziyade orada çalışan emekçiler oldu. 2000 yılında çalıştığım dershanede öğrenci ücreti 3500 TL’ydi. Şu anda aynı dershane 5000 TL’ye kayıt yapıyor. 10 yılda ücret %50 artış göstermiş oluyor. 90’lı yıllarda öğretmen transfer eden dershaneler 2005’ten itibaren transfer ettikleri öğretmenlerinin jübilelerini yapmaya başladı. Bu aşamadan sonra dershane onca yoğunluğuna katlanmanın bence bir mantıklı izahı yoktu.
Zaten bugün devlet dershane öğretmenlerini sınavsız almaya karar verirse dershanede çalışmak isteyen öğretmen oranı % 1’i bulmaz. 1997–98 eğitim öğretim yılında hatırlanacağı üzere bütün üniversite mezunları öğretmen olarak atanmıştı. Buna rağmen dershanelerde on binlerce insan çalışıyordu. O dönemde öğretmenler için dershaneler cazibe merkezi iken son yıllar da işsizler ordusu için sığınılan bir liman oldu.
DERSHANEER SEBEP DEĞİL SONUÇTUR
Peki, gelelim merak edilen konuya, dershaneler kapatılmalı mı?
Eğitim sistemini masaya yatırmadan meseleye sadece dershane odaklı yaklaşırsak bir yere varamayız. Dershanelere yaklaşım gereğinden fazla politize oldu. Bir şeye politika veya siyaset bulaştı mı onda sağlıklı kararlara varmak mümkün değildir. Bizim burada yaklaşımımız siyasetten beri olmalı. Dolayısıyla olaya taraf olarak değil nesnel verilerle yaklaşmak gerekir.
Evvela dershaneler sebep değil, sonuçtur. Sorunu sonuçtan çözmeye kalkışırsak sebep değişmediği için çözümde de başarılı olamazsınız. Dershaneciliğin popüler olduğu yıllara baktığımızda yani 1992 yılında Türkiye genelinde ikisi vakıf 52’si devlet olmak üzere 53 üniversite vardı ve bunların kontenjanları oldukça sınırlıydı. Bugün 71’i vakıf 104’ü devlet olmak üzere 175 üniversite var. Bunların kontenjanlarına baktığımızda İstanbul Üniversitesi Hukuk Bölümü’ne 1992 yılında 100 öğrenci alınırken 2012 yılında aynı bölüme 800 kontenjan verildi. Bu ve benzeri durumlar dershanelerin gerilemesini kaçınılmaz kıldı. Dikkat edilirse dershaneciliğe talebi sağlayan nedenler ortadan kaldırılırken dershaneler kan kaybetmeye başlıyor. Bu nedenlerin tamamı sona erdirilirse bu kurumlara doğal olarak ihtiyaç kalmaz.
Yani?
Yani kapatılması gerekir, ancak bu kapatma tedrici olmalı. Bir anda kapatılırsa 500 bine yakın mezun öğrenciyi nereye yerleştireceksiniz. Bakan Nabi Bey’in “Halk eğitim kurumlarında bunlara kurs vereceğiz” ifadesinin karşılığı yoktur.
Diyarbakır’da 20 bine yakın mezun varken halk eğitim merkezinde 3-4 derslik bulunuyor. Bu derslik sayısıyla bu kadar öğrenciye çözüm sunmak imkânsızdır. Dershanelerin kaldırılmasını zamana yaymak daha iyi olabilirdi.
GUREBA İLE GARABET SARMALI
Dershaneciliği savunanlar “fakir fukara nasıl okuyacak” diye bir iddia ile savunma pozisyonunda. Dershaneler gerçekten fakir fukaraya faydalı oluyor mu?
Dershaneler dar’ul eytam değildir. Buralarda burslu okuyanların varlığı da dershanenin bir lütfu değildir. MEB’in dershanelerin kuruluşunda belirlediği %5’lik bir burslu öğrenci kontenjanı var. Yani her dershane kontenjanının %5’ini ücretsiz okutmak zorundadır. Bu sayıyı dershanelerin hanesine yazmak MEB’e haksızlıktır. Dershaneler buna rağmen bu kontenjanı üçe ayırıyor. 1/3’ünü çok başarılı öğrencilerden1/3’ünü okul idarecilerinin çocuklarından 1/3’ünü de okul idarecilerin yakınları veya patronların yakın akrabalarından oluşuyor. Bu arada gerçekten fakir olduğu için yazılan öğrenciler de vardır. Bunlar da daha çok halis niyetle çalışan, yerel dershanelerde görülmektedir. Sonuç olarak dershaneyi garabet saymak doğru bir ifadedir, ancak dershaneciliği ortaya çıkaran koşulları düzeltmeden kapatmak da sorunu ortadan kaldırmaz.
Yalnız bas bas bağıranlar genelde yerel dershane yöneticileri değil?
O her zaman öyledir. Birileri iyilik yapar, birileri iyiliğin reklamını. Birilerinde sağ elin yaptığını sol el görmez, birilerinin yaptığını dünya âlem duyar.
BU TAKSİMİ KURT YAPMAZ KUZULARA ŞAH OLSA
Dershanelerin başarısı ile ilgili Cizre, Kızıltepe, Şırnak örnek gösterildi. Dershaneler olmazsa bu illerde başarı düşecek mi veya bu başarıyı sadece dershanelere mi yazmak gerekir?
Bu kampanyada gerçekten etik olmayan ayrıntılar var. Fotoğrafın janjanlı kısmı gözünüzün içine içine sokuluyor.Sosyal medyada geniş yankı bulan şu fotoğrafa iyi baktığınızda dershanelerin reklamlarındaki sahtekârlığı bariz bir biçimde görürsünüz. Kızıltepe’yi bildiğim için Kızıltepe ile ilgili ayrıntıdan bilinmeyen birkaç ayrıntıyı paylaşmak istiyorum.
• 1993’te Kızıltepe’de kazanan öğrenci sayısı 25 değil, Kızıltepe Lisesi’nde o yıl mezun olanlar arasında kazanan kişi sayısı 25’tir. Eski mezunlar ve AÖF’ye yerleşenler bu sayıya eklenmemiştir.
• 2003 yılında kazananlar arasında ise mezunlar ve AÖF’ye yerleşenler de bulunmaktadır. Dolayısıyla burada Şark veya Acem kurnazlığıyla vatandaşı yanıltma söz konusudur.
• 1993’te ülke genelinde 56 üniversite varken bu sayı, 2003’te 77, 2013 yılında 175 üniversite olarak karşımıza çıkmaktadır.
• 1993’te Türkiye genelinde 14 Fen Lisesi varken 2013’te 125’i devlet 124’ü özel olmak üzere toplam 259 Fen Lisesi bulunmaktadır.
• 1984’te AÖF ve örgün eğitim toplamında 322.320 üniversiteye girmeye hak kazanırken bu sayı 2011 yılında 3.817.086 olmuştur.
Sonuç olarak yıllara göre kazanan öğrenci artışında elbette dershanelerin büyük payı vardır, ancak eğitimdeki gelişmeleri, artan nüfus artışını, açılan üniversite sayısını hesaba katmadan “İşte Fırsat Eşitliği” sloganıyla vermek insanları enayi yerine koymaktan başka bir şey değildir.
1993 – 2013 YILLARI ÜNİVERSİTE AÇILIŞ GRAFİĞİ
Peki, dershanelerin kapatılmasına bir anda karar verilmesi bazı yazarların iddia ettiği gibi Fethullah GÜLEN grubuna bir ceza olabilir mi?
Bu soruya inanmak akıl tutulmasını gerektirir. Siz buna inanır mısınız? Ülkenin Başbakanı, ülkeye yararlı olduğuna inandığı, üç binlerle ifade edilen kurumları bir gruba ceza vermek için kapatma kararı alacak. Başbakan yararına inandığı kurumları bilerek kapatıyorsa bu ihanettir. Birileri böyle bir hamle bekliyorsa, bekleme nedenleri üzerinde de kafa yormak gerekir. Kaldı ki mevcut dershanelerin 1/4’ü söz konusu yapının iken bu yapıya ceza vermek adına bütün dershaneleri kapatma kararı zulüm olur. Mazlumların hamisi olarak bilinen bir Başbakanın insanların hakkına bilerek girmesini ihtimal dâhilinde düşünmüyorum. Ayrıca hatırlanacağı üzere 2010 yılında Muğla’nın Fethiye ilçesinde çocuklarının dershane taksitini ödeyemediği için anne Emine Sipahi cezaevine konulmuş, anne cezaevindeyken 17 yaşındaki oğlu Soner Sipahi yaşamına son vermişti. Olayı duyan Başbakan “garabet” sözcüğünü o zaman kullanmış ve dershaneleri kapatacağının sinyalini vermişti.
Ya okuma salonları?
Okuma salonlarının finansmanı devlettir. Başta İstanbul olmak üzere Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun birçok ilinde valilik veya belediye başkanlıkları SODES kapsamında bu salonları Fethullah GÜLEN grubuna verdi. Devlet ekonomik desteğini çektiğinde söz konuşu grup, aynı salonlarda çalışmalarına devam etmek isterse edecektir. Ancak yapının devletten yardım isteme hakkı yoktur. Ya da devletten destek alım çalışmalarını sürdüren yapı başka yapılarla aynı hizmeti paylaşmayı hiç düşündü mü? İşine geldiğinde sessiz kalan yapının çıkarları zedelenince bağırıp çağırması bir anlam ifade etmez.
Son olarak dershanelerde çalışanların durumu ne olacak ya da nasıl bir çözüm sunulabilir?
Dershanelerde çalışanlar atanamayan diğer öğretmenlerle birlikte KPSS’ye girip MEB’e atanmayı beklemelidirler. Bu öğretmenlerin mülakatla alınmaları şaibelere yol açacak, hepsinin toptan alınması da atanmayı bekleyenlere haksızlık olacak. Her yıl yaklaşık 200 – 300 dershane kapanıyor. Kapanan bu dershanelerin personeli ne yapıyorsa dershane öğretmenlerini de aynı akıbet bekliyor. Bunları öncelemeleri, yeni mezunlara haksızlık olacaktır. Kaldı ki dershane öğretmeni yıllarca görevini layıkıyla yapmışsa KPSS’de diğer adaylara nazaran avantajlı sayılmaktadır. Bu avantajını kullanamıyorsa yani ne bileyim branşında yetersiz olduğu halde yıllarca dershanelerde çalışmışsa, parasını alıp bir şey veremediği öğrencilerin ahını almış olacaktır. Ancak tekrar tekrar belirmek istiyorum, sınavsız alım, açıkta olan öğretenlere zulüm olur.
Bize zaman ayırıp sorularımızı cevapladığınız için teşekkür ediyoruz, Allah razı olsun.
Ben teşekkür ederim.