Hepimiz okumuşuzdur, biliyoruz. Hani Tebük savaşına katılmayan üç tövbekâr sahabe vardı; Ka'b b. Malik, Mürare b. Rebi ve Hilal b. Ümeyye. Gerçi sadece bunlar değildi, çoğu münafık daha birçok kişi vardı katılmayan. Fakat onların hepsi de sefer dönüşünde Peygamber Aleyhisselamın huzuruna varıp uydurdukları mazeretlerini sundular.
Bu üçü hiç yalan söylemedi, hiç bir mazeretleri olmadığı halde sadece nefislerine uyduklarını söylediler. Bildiğiniz gibi bu üç kişi hakkında Allah hükmünü bildirinceye kadar Peygamber Aleyhisselam bunlara tecrit uyguladı, hiç kimsenin bunlarla konuşmayacağı, selam vermeyeceği duyuruldu ve uygulandı. Kırk gün olduğunda Allah'ın Rasûlü, eşleriyle bir araya gelebileceklerine ve aklandıklarına dair her birine haber gönderdi.
Kur'an'ın tabiriyle yeryüzü bütün genişliğine rağmen onları sıkmıştı. Onlar da Allah'tan başka bir merci olmadığını anlayarak dillere destan olacak şekilde tövbe etmişlerdi.
İslam tarihinin bu müthiş olayını hepimiz biliyoruz. Fakat bu arada dikkatlerden kaçan bir detay daha var.
Ka'b b. Malik (r.a.) anlatıyor: “Bütün bu sıkıntıları yaşadığım esnada bir gün pazar yerinde gezerken gördüm ki, Şam'dan Medine'ye buğday satmaya gelen bir Nabati oradaki insanlara ‘Ka'b bin Malik nerede?' diye beni sorup duruyor. Onlar da beni gösterdiler. Adam bana kadife bir sargı içinde bir mektup uzattı, Gassan Kralı Haris b. Ebi Şemir'in verdiğini söyledi. Hemen açtım ve okudum, şöyle yazıyordu;
“Bana gelen habere göre Sahibin (Peygamber Aleyhisselam) sana eziyet ediyormuş. Allah seni ne horlanacak ne de harcanacak bir konumda yaratmıştır. Sen hemen bizim yanımıza gel, kavuş! Biz sana yaraşan ihsanı ve iyiliği yaparız!”
Ka'b ibni Malik mektubu okuyunca başka bir bela ve imtihanla karşı karşıya olduğunu anladı. “Demek benim içine düştüğüm durumu haber alan bu müşrik, benim hakkımda ümide kapılmış dedim, mektubu hemen götürüp tandıra atıp yaktım...”
Aman ha dikkat edelim şu günlerde bizlere de böyle mektuplar gelebilir. Bize düşen görev bundan hiç kimseye bahsetmeden hemen tandırımıza atıp yakmaktır.
Sonra da kendi kendimizi ciddi anlamda hesaba çekmeliyiz ki, dışımızdaki birilerini ümitlendirecek neler yaptık, nasıl bir çizgide duruyoruz, dışardan bakıldığında nasıl bir görüntü veriyoruz ki bize bu şekilde mektuplar geliyor?
Bizden uyarması. Hani şu günlerde böylesi yerlerden birilerine buna benzer mektuplar geldiğini öğreniyoruz.