Tarih, kader-i ilahi karşısında çok mut’idir de tarihi tahrif edenler çok zavallıdırlar. İncili ve tevratı tahrif etmekle tarihi tahrif etmek hemen hemen aynı şeydir. Dolayısıyla her gün en az kırk defa mağdub ve dallinin yolundan, Alemlerin Rabbine sığınırken aslında tarihi gizleyen ve değiştirenlerden de, din gününün malikine sığınmış oluyoruz.
Meclis darbeleri araştırma komisyonu, bugünlerde elde ettiği sonuçları açıklayacak. Tabi elde edilen bilgiler, birilerinin geçen süre içerisinde vicdanlarına dokunanlarla sınırlı. Zalimlerde vicdanın olmayacağından hareketle komisyonun pek de bilinmedik bilgiler açıklayacağı beklenmiyor.
Kıyametin kopmasıyla başlayan sürecin en dehşetli yönlerinden biri, herkesin gözleri önünde, kişinin zerre kadar bile olsa yaptığı her şeyin açığa çıkarılıp ilan edilmesidir.
Geçmişte ve günümüzde bütün direniş ve kıyamlarda da ilahi hedeflerden birisinin zalimleri deşifre etmek olduğu aşikardır. Hatta insanlık tarihinin en başına gidildiğinde, iblisin, o ana kadar melekler arasında bulunsa da gerçekte, şeytan olduğunun ortaya çıkarılmasının da amaçlandığı görülecektir.
Sabırdaki incelik de bu değil midir? Farklı imtihanların bir ömür süren grafiğini çizen Yusuf kıssası da hep tarafların deşifresiyle neticelenmiştir. Mesela, kardeşlerinin Yusuf’u kuyuya atmasının yaklaşık otuz yıl sonra, Yusuf’un masum, Züleyha’nın ise suçlu olduğunun oniki yıl sonra ortaya çıkarılması gibi. Aynısını hem Kuran’da geçen diğer kıssalarda, hem de hadis-i şeriflerde geçen kıssalarda bulmak mümkündür. Sünnetullah günümüzde de aynı işlemektedir.
Bediüzzaman, zindanda taleblerine ulaştırdığı bir notunda özetle şöyle der: “O ölmüş adamın ne olduğunu ifşa ettik ya, bunun için binlerce ferdimiz hapse girseler hatta idam alsalar yine ucuzdur.” (13.Şua) Bilindiği gibi Üstad, ölmüş adam derken; “bir milleti baştan yaratan”, “büyük kurtarıcı”, “bugünleri bize sağlayan ulu önder” diye vasfedilen şahsın gerçekte kim ve ne olduğunu, ‘Beşinci Şua’ ve ‘Sırr-ı İnnaateyna’ gibi eserlerinde çok açık ve kesin delillerle ortaya koyar.
Kemalist rejimin öncesi ve sonrasıyla kuruluşunu, hem aktörlerinin gerçek yüzünü ısrarla karartma çabası devam ettiği sürece darbe komisyonlarının, bir iki darbenin bir iki ayrıntısını teyid etme gayretinin sembolik anlamı bile yoktur.
Ancak şundan hiçbir şüphemiz yoktur: Kan, gözyaşı ve ter, yani üç mukaddes damla, biraraya geldiğinde, tarihin her döneminde olduğu gibi bugün de zulmün yüzündeki çamurdan maskeyi sıyırıp atmaktadır.
Bakın başörtülü olduğu için okulun kapısı önüne konulup velilerine hapis cezası verilen çocukların gözyaşları, kimlerin gerçek yüzlerini açığa çıkarmaktadır.
Darbe komisyonları kendi iktidarını engellemeye çalışanları aramaya devam etsin, camide kuran dersi verdiği için binlerce insanın nasıl akılalmaz zulümlere uğratıldığını gün gelecek, kader-i ilahi ayan beyan ortaya çıkaracak. Ancak o gün elleri kuruduğu için Ebu Leheb hayatta olmayacak. Saltanatı gittiği için Yezid hayatta olmayacak. Ama ibret-i alem, Ebu Cehil, kazdığı kuyuya kendisi düşecek ve Ümeyye, işkence ettiği mazlum tarafından aynı kuyuya atılacaktır.
O zaman, kimin konjöktöre, kimin maslahata, kimin siyasete sarılıp zulmettiğini herkes daha iyi anlayacak. O yüzden dilleri islamdan yana, elleri zalim zevatı allayıp pullamaya, masumlaştırmaya gerek yok.