Şüphesiz insanın uhrevi kurtuluşunun en önemli şartı imandır. Ancak iman ile ahlak arasında da çok sıkı bir ilişki vardır. İman her açıdan ahlakı beslediği gibi ahlaklı davranışlar da insanı imana ulaştırır. Yaşadığımız toplumda insanlar Müslüman olarak büyüdükleri için ahlakın imanın öncülü olduğu; başka bir ifade ile imanın ahlakın sonucu olduğu çoğu zaman fark edilemiyor. Fakat hem Beled Suresi’nde hem de aşağıda zikredeceğimiz hadis-i şerifte bu husus açık bir şekilde ifade edilmiştir.
“Fakat o, sarp yokuşa atılmadı.
Sarp yokuşun ne olduğunu sen ne bileceksin?
O, tutsak bir boynu çözmektir.
Yahut şiddetli bir açlık gününde kendisiyle yakınlığı olan bir yetimi, yahut yerde sürünen bir yoksulu doyurmaktır.
Daha sonra iman edenlerden olmak ve birbirine hakkı ve sabrı tavsiye etmektir. İşte onlar ahiret mutluluğuna erenlerdir.” (Beled Suresi 11-18)
Dikkat edilirse bu ayeti kerimelerde sarp yokuşu aşacak olanların vasıfları olarak öncelikle iki ahlaki fazilet zikredilmektedir. Bunlar da özellikle o günkü Mekke toplumu için en yüce faziletler olan köle azad etmek ve açlık gününde yetimi ve miskini doyurmaktır. Bu iki ahlaki davranıştan sonra da “sümme” (sonra) edatıyla iman edenlerden olmak ve sabır ile merhameti tavsiye etmek zikredilmiştir. Bu ayeti kerimelerde iman-ahlak ilişkisine ve ahlaklı davranışların kişiyi imana ulaştırdığına güçlü bir işaret vardır. Bu husus bir hadis-i şerifte de şu şekilde ifade edilmiştir:
Hakim bin Hizam (ra), Resulullah (as)’a: “Ya Resulullah! Cahiliye döneminde akrabalara yardım, köle azad etme ve sadaka verme gibi yaptığım iyi işler için sevap alacak mıyım?” diye sorduğunda Resulullah (sav): “Yapmış olduğun eski iyilikler üzerine Müslüman oldun.” diye buyurmuştur. (Buhari)
Bu hadisi şerife bakarak rahatlıkla diyebiliriz ki imanın temelinde ahlak vardır ve iman, bu temel üzere bina olmuştur. İman ettikten sonra ahlakı bir tarafa bırakan şahıs, imanın temelini yıktığının farkında olmalıdır.
Diğer taraftan iman, tüm şartlarıyla ahlakı besler ve güçlendirir. İmanın altı şartının ahlakla ilişkisini kısaca zikredelim:
Allah’a iman eden ve her an O’nun huzurunda olduğu bilinciyle hareket eden bir şahsın, sahip olduğu bu şuurun, onu ahlaksızlıktan koruyan güçlü bir kalkan olacağında şüphe yoktur.
Ahirete iman edip dünyda yaptığı her davranışın hesabını vereceğine inanan ve asıl ebedi hayatın ahiret hayatı olduğunu bilen bir şahıs son derece ahlaklı davranacaktır.
Kur’an-ı Kerim; emirleri, yasakları, kıssaları, temsilleri, cennet-cehennem tasvirleri ile bir bütün olarak insanları ahlaklı davranışlara yönlendirmektedir.
Tüm Peygamberler, kıssaları ile; ama özellikle de Resulullah (as) hayatı, sözleri ve davranışları ile ahlaklı yaşamın en etkileyici örneğidir.
Tüm meleklere ve özellikle de sürekli bizimle beraber olan ve amellerimizi yazan meleklere iman, daima bizi ahlaklı ve hayali davranmaya sevk edip çirkinliklerden koruyacaktır.
Kadere iman, insanın kaçırdığı fırsatları olgunlukla karşılamasını, eriştiği başarıları Allah’tan bilip bununla kibirlenmemesini ve gelecek içinde hırslardan arınmasını sağlar. Şüphesiz bunlar da ahlakı olgunlaştıran davranışlardır.
İman ile ahlak arasındaki sağlam bağı gösteren bazı hadisi şerifler de şu şekildedir:
“İslam, güzel ahlaktır.” (Beyhaki)
“En hayırlınız ahlakı güzel olanınızdır.” (Buhari, Müslim)
“Müminlerin iman bakımından en mükemmeli, huyu en iyi olanıdır.” (Tirmizi, Ebu Davut)
“Sizin bana en sevimliniz ve kıyamet gününde bana en yakınınız, ahlakı en güzel olanınızdır.” (Tirmizi)
İman ile ahlak arasındaki bu güçlü ilişkiye rağmen bugün bazı insanlar için, “Dindar bir insandır, ama ahlakı çok kötüdür” denilmesi kabul edilecek bir söz değildir. Çünkü bir insana “dindar” denilebilmesinin bir şartı da güzel ahlaklı olmasıdır. Muhakkak güzel ahlak, dindarlığın yeter koşulu değildir; ama gerek koşulu olduğu da kesindir. Başka bir ifade ile sadece güzel ahlaklı olmakla dindar olunmaz, ama güzel ahlaklı olmadan da dindar olunmaz.
* Dinin emirlerine riayetkar; dinini
önemseyen, dini bütün anlamında.