Her hukuk sisteminin dayandığı esaslar farklıdır. Türkiye'deki Hukuk sisteminin dayandığı esas, VATANDAŞLIKTIR. Mesela İslam Hukukuna göre esas olan DİNDAŞLIKTIR. Başka hukuk sistemleri de vardır. Mesela Irk ve ya coğrafi esasa dayalı sistemler gibi.
Türkiye'de bütün vatandaşlar kanun önünde eşittir. Buna göre Türk vatandaşı olmak şartıyla bir müşrik ile bir müminin kanun karşısında farkı yoktur. Mesela bir kamu görevlerine atamalarda ilk şartın TC vatandaşı olmak olduğunu, ondan sonra diğer özel şartların geldiğini biliriz. Buna göre mesela Hz. Ömer kadar adil bir yönetici aday olduğunda vatandaş değilse göreve getirilmesi imkânsızdır. Buna mukabil necis bir müşrik vatandaş ise göreve getirilebilir.
Oysa İslam hukukunda Kanun önünde eşit olmak için “Mümin/Müslüman” olmak şarttır. Bir müşrik asla bir Müslümana eşit olamaz. Kamu hizmetlerine atanmada ilk aranacak şey kişinin Müslüman olmasıdır.
İslam hukukunda Müslümanların vatanı ümmet coğrafyasının tamamı olduğundan her Müslüman aynı zamanda vatandaştır ve tabii olarak kanun önünde eşittir. “Vatandaşlığa alınma” işlemi sadece gayri Müslimler için Müslüman olma şartına bağlıdır. Kişi Müslüman olmakla diğer Müslümanlarla eşit haklara sahip olur.
Suriyelilerin vatandaşlığa alınması gündeme geldiğinde özellikle İslamcıların “Ensar -Muhacir” edebiyatına sarılması hukuk sistemini kavrayamadıklarını ya da bilerek çarpıttıklarını göstermektedir.
Türkiye'de “Dindaşlığı” esas alan hukuk sistemi ilga edilerek Batı kaynaklı “vatandaşlık” esasına dayalı hukuk sistemine geçilmiştir. Yeni sistem eski sistemi kendisi için tehdit kabul ettiğinden dindaşlık taraftarları asla birinci sınıf vatandaş olarak kabul edilmemiştir. Mesela bu ülkede Ergenekoncu, Balyozcu, KCK'lı ların müebbet hapis cezalarının ortadan kaldırılıp özgürlüklerine kavuşturulmalarına rağmen “İslami davalardan” zindanlara atılanlar konusunda en ufak bir adımın atılmamış olması başka türlü açıklanamaz.
Zavallı halk, hala hangi hukuk sistemine tabi olduğunun farkında olmadığından Suriyeli mültecilerin dindaşları olduğunu düşünerek tamamının vatandaşlığa geçirileceğini sanıyorlar. Oysa hükumetin açıklamaları dikkate alındığında vatandaşlığa alınma şartları içerisinde Müslüman olmak falan yoktur. Devletin vatandaşlık için aradığı şartlar tam da içinde bulunduğu batı blokunun standart ve şartlarından ibarettir. Batının “gayrı insani” ve çıkar esasına dayalı şartları esas alınacaktır. Alınacaklara ne verileceğinden çok onlardan ne alınacağı ve nasıl yararlanılacağı hesaplanmaktadır. Yani vatandaşlığa sermaye sahipleri, dünyanın her yerinde geçimini sağlayacak kadar meslek sahipleri, Avrupa'ya ABD'ye gitse derhal vatandaşlığa alınabilecek kişiler alınacaktır. Kuşkusuz bu Suriyelilerin içerisinde Müslüman olmayanlar da vardır ve şartları tuttuğunda vatandaşlığa kabul edileceklerdir.
Bunun din kardeşliği ile uzaktan yakından ilgisi yoktur. Tam da çıkar esasına dayalı “vahşi batı” standartları uygulanacaktır. Peki, din kardeşliği dikkate alınmıyorsa bu kadar mülteci neden ülkeye kabul edildi? Denilebilir. Onu henüz iltica başlamadan yüzbinlerce kişi için kamp yerleri hazırlayanlara sormak gerekir. Eğer gerçekten amaç kardeşlerine “Ensar” olmak idiyse vatandaşlık neden bu güne kadar gündeme alınmadı? Fazla ayrıntıya girmeden Türkiye'nin Suriye politikasında “YANILDIĞI” artık herkesin ortak kabulü haline gelmiştir.
Hâsılı doğru olan, eğer hükumet samimi ise bütün mültecileri vatandaşlığa almalı, hatta bir adım daha atarak “dindaşlığı” esas alan hukuk sistemine geçilmesi için gereğini yapmalıdır. O zaman “kardeşlik, Ensar ve muhacir” kavramları yerine oturmuş olur. Laik, seküler sistemde “kardeşlik” ancak aynı ana babadan doğma şartına bağlı olup Ensar ve muhacirlik ise literatürde yer almayan gerici! kavramlardan ibarettir.
Halen Suriyelilerin vatandaşlığa alınmasına muhalefet edenleri, olaya batı standartlarının uygulandığından bahisle ikna etmek mümkündür. Ancak o zaman aynı batı standartları çerçevesinde diğerlerini sınırların dışına atma konusu gündeme gelecek ülkeye yük getiren mültecilerin bir şekilde sınır dışı edilmesi talep edilecektir. Dolayısıyla hükumet karma bir söylemle işin içinden çıkmaya çalışmaktadır. İşine geldiğinde “batı standardı” işine geldiğinden “İslam kardeşliği”, yani çifte standart uygulamaktadır. Sonuçta bu da batı standardı değil mi?