Dinden ve mazbut hayattan muhafazakarlığa geçiş

Dinden ve mazbut hayattan muhafazakarlığa geçiş

"Muhafazakârlık"tan içki içmemeyi ve aileye bağlılığı anlamak icap ederse, mesela Anadolu'da, Kayseri veya Sivas'ta, namazını kılan, her hangi kötü bir alışkanlığı olmayan, aile hayatına önem veren bir tüccara muhafazakar demek doğru olmaz. Bu "mazbut" bir hayat yaşamakta olan Müslüman bir Anadolu tüccarı profilidir. Ahlaki ve sosyal olarak "mazbut" hayat yaşayan bir insanı siyasi anlamda "muhafazakâr" tanımlamak, kavramı bağlamından koparmak olur. Nitekim AK Parti'nin seçmenine bakıldığında, Anadolulu küçük ölçekli sanayici ve tüccar, muhafazakâr politikalardan ziyade liberal politikalar istemektedir. Çünkü TÜSİAD'la rekabet edebilmesi ve devletin önüne koyduğu sun'i bürokratik engellerin ortadan kaldırılması için liberal politikalar gereklidir ki, bu da muhafazakârlık değildir. Yine büyük kentlerde, varoşlarda yaşayan yoksullar sosyal devlet istemektedirler; bunlar da muhafazakâr değil, liberal ise hiç değildirler.

Bir başka noktadan da söz konusu kimlik tanımlaması yanlıştır. Telaffuz edilmese ve yeterince akademik dünya üzerinde durmasa da, Türkiye'de siyasetin asıl belirleyici faktörü "din"dir. Dinle ilgili tutumlar ve algılar, dinin siyaset içerisinde örtük veya açık aldığı konum, siyasi hayatı bir şekilde belirlemektedir. Bununda çok derin tarihsel ve toplumsal sebepleri vardır. Bu sebepler, bizim İslam ve Osmanlı toplum geleneğinden gelişimiz ve bu toplumsal geleneğin sınıf temeline dayalı olmayıp değer ve kimlik temeline dayalı olmasından kaynaklanmaktadır. Mesela Osmanlı'da "İslam milleti", "Protestan milleti", "Yahudi milleti", "Rum Ortodoks milleti", "Ermeni Ortodoks milleti" gibi biren fazla millet vardır. Milletler, etnik veya ırk temelinde şekillenen sayısal insan gruplarını ifade etmezler, doğrudan insanların mensup oldukları dini kimliği ve aidiyeti ifade ederler. Mesela "İslam Milleti" şemsiyesi altında Türkler, Kürtler, Araplar, Boşnaklar, Gürcüler, Çerkezler, Arnavuklar ve başka Müslüman kavim ve gruplar toplanmaktadır, onları bir araya getiren İslami hayat razı olan millet ve evrensel İslam kardeşliğinin tezahürü olan ümmet bilincidir. Hıristiyanları da bir arada tutan din veya neredeyse farklı dinlere birer atıf olan mezhepleridir.

Doğal olarak Osmanlı'da toplum din temelinde örgütlenmiştir. Avrupa'da toplumsal örgütlenme "sınıf" esasına göredir. Burjuvazi, proleterya, serf, senyör, köle, efendi şeklindeki gruplaşmalar sosyo-ekonomiktir; İslam dünyasında ise bunların karşılığı yoktur. Çünkü bizde sosyal gruplaşma sosyo-kültüreldir. Türkiye'de toplumsal kesimleri kendi etrafında veya şemsiyesi altında toplayabilecek unsur, değere dayalı siyaset yapmanın tek imkânı Müslümanlıktır. Merkez sağ ve merkez sol partiler, maddi ve toplumsal karşılığı olmayan sınıfların nominal ideolojilerinden başka bir şey değildir.

Bu çerçevede AK Parti'nin kendine muhafazakâr siyasi kimliği seçmesinin önemli iki sonucu olduğunu söylemek mümkün görünmektedir: İlki, bugüne kadar hiç olmayan bir şey olmuş, İslamcıların referans çerçevesi değişmiştir. Bizim referans çerçevemiz, 20. yüzyılda İslam dünyasının geçirdiği derin krizde, bu krizin içinden çıkmak için entelektüel bir gayret, ceht ve mücahade sarf eden Muhammed Abduh, Cemaleddin Efgani, Mehmet Akif, Necip Fazıl, Sezai Karakoç, Seyyid Kutup, Ebu'l A'la Mevdudi, Ali Şeraiti gibi entelektüeller, yazarlar ve âlimlerdi. AK Parti siyasal kimliğini muhafazakârlık olarak seçtiği andan itibaren referans çerçevemiz, Yahya Kemal Bayatlı, Peyami Safa, Ahmet Hamdi Tanpınar, Nurettin Topçu, Ziyaeddin Fındıkoğlu, Ali Fuad Başgil'in fikri dünyalarına yönelmiş oldu. Adı anılan bu zatlar, kuşkusuz dinden uzak, dinden kopuk kimseler değildir, ancak gerek dünya görüşleri gerekse din algıları dolayısıyla dinden anladıkları, toplumsal ve kamusal hayatı düzenleyen politikaların seçiminde referans alınan din değil, "milli-manevi bünye"yi takviye edici diyanettir. Diyanet tarihten gelen bir miras, coğrafyayı vatan yapan etkileyici amil ve milli/ulusal kimliği pekiştiren kültürel-manevi bir kaynak olarak onların zihinlerinde yer bulabilmektedir. Bu, hayatın kendisini değiştirmeyi hedefleyen sahih din telakkisinden hayli uzakta bir anlayıştır.
Söz konusu referans çerçevesinin değiştirilmesinden sonra tedrici olarak dün dini referans alan Müslüman okur yazar zümre, dünyaya, toplumsal olaylara ve siyasete Müslüman âlimlerin ve entelektüellerin gözüyle değil, milliyetçi-muhafazakâr perspektiften bakmaya başladılar. Nasıl ki, muhafazakâr kimliği seçmek aynı zamanda merkeze bir teminat vermek ve merkeze akmanın bir yolu ise, işte bundan dolayı gördük ki, 2007 seçimlerinden itibaren AK Parti muhafazakâr siyasal kimliğiyle -kolayca- merkez parti olmak için çaba sarf etmeye başladı. Artık onun temel refleksi ve endişesi, merkeze gitmek ve merkezle bütünleşmek olarak belirlendi, günün politikaları bu çerçevede şekillendi.

 

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.