Bundanönceki papa (16.Benedict), eskipapalardanfarklıydı. İnancına, inancının ana prensiplerine sıkı sıkıya bağlıydı, yüksek entelektüel bir donanıma sahipti, cesur ve meydan okuyan bir mizacı vardı, Avrupa’nın ve Batı’nın kimliğini yeniden Hıristiyanlık temelinde inşa etmekistiyor, bunu açıkça telaffuz ediyor. Lafı eğip bükmeden Batı’nın en önemli istinat noktası olan laikliğe açıktan meydan okuyup karşı çıkıyor, tarihsel Katolikliğin modern dünya ve Aydınlanma karşısındaki yenilgisinin getirdiği ezikliği, mahcubiyeti üzerinde taşımıyor, tam bir özgüveni temsil ediyordu.
Hıristiyanlığın tarihsel din-içi çatışmasında hem Katolikliğe tarihini tekrar ettirmek istemiyor hem de Ortodokslukla bir ittifak arayışı içindeydi. Gelgelelim Protestanlık konusunda manevi bir suskunluğu tercihediyordu. Papa ondan protestanlıktan ümitli değildi, çünkü modern dünyayı mümkün kılan faktörlerden biri Protestanlıktır.
Sonradan görevinden istifa edecek papa da toplanan sözkonusu özellikler dinlerin geleceği ve dünyanın yeni din arayışı açısından son derece önemliydi.
Dünya ölçeğinde dine yöneliş olduğunu gözlemek mümkün, belli belirsiz bir din arayışı var. Din, varoluşsal bir ihtiyaç olarak insan hayatının ruh ve zihin evrenine giriyor. Buna yol açan faktörler üzerinde durmak gerekir.
Bir kere beşeri sosyal farklılıkları ortadan kaldıran küresel bir kültürle karşı karşıya bulunuyoruz. Eskiden ulus devletler milli sınırlar dâhilindeki insan topluluklarını tek tipleştirirken, her geçen gün biraz daha etkisini hissettiren küreselleşme yeryüzünde yaşayan insanları tek tipleştirmektedir. Dinler farklılığı koruyan üst değerlerdir; giderek monolotikleşen dünyada insan diğerlerine karşı farklılığını korumak için dine yönelme ihtiyacı hissetmektedir. Eğer yeryüzünde Çinliler ve Ruslar, Fransızlar ve Afrikalılar, siyahlar ve beyazlar, güneyliler ve kuzeyliler, doğulular ve batılılar olarak “tek tip insan” olsaydı insanın yaşaması mümkün olmazdı. Çünkü Allah’ın ayetleri bu farklılıkta tecelli etmektedir. Bir bakıma hakikat ve hidayet, bu farklılıklar arasındaki interaktif ilişkilerde tezahür etmektedir. Farklılıkları tek tipleştirmek insanlar arasındaki çeşitliliği ortadan kaldırır. Bu, kültürün ölümü anlamına gelir. Farklılığı sadece dinler koruduğunu söylemek abartı olmaz. Gerek dinler arasında gerekse bir dinin kendi içinde farklılık dinin evreninde mümkün. Bunu en güzel hacda müşahede ediyoruz; bembeyaz ihramlar içerisinde, İslam dünyasından ve içinde Müslüman olan tüm beşeri topluluklardan milyonlarca insan, Allah’ın yarattığı prototip bir insandır. İhramdan çıktıklarında insanlar rengârenk bir bahçe gibidir. Bütün bu renkleri görmek insanı, “ne kadar güzel; iyi ki hepimiz birbirimize benzemiyoruz” düşüncesine sevk eder.
İkincisi modern hayat ve üzerine oturduğu rasyonelleşme ve sekülerleşme nihilizm üretmekte, modernlik ölçek büyüttükçe nihilizmi küreselleştirmektedir. Bugün insanlar dindar olsalar da, hayat tarzlarını ve dünyaya bakış açılarını nihilizm üzerine oturtmuşlardır. İsmi konulmamış, telaffuz edilmeyen ve sistematik olmayan söz konusu nihilizm, insan hayatını etkilemektedir. Nihilizmin yol açtığı dünya, eşitsizliklerle, çatışmalarla geçen bir dünyadır; ülkeler, bölgeler, sınıflar, etnik gruplar, din grupları, mezhep grupları arasında çatışmalar şiddetlenerek sürmektedir. Her şeyi çözen ve çatıştıran nihilist kültür, aynı zamanda insanı tabiatla da çatışma haline sokmaktadır. İslam’ın temeli olan Tevhit her şeyi birleştiren bir kavramdır. İnsanların aşkın birliğinden, Âdem ve Havva’dan, ahlaki yüksek değerlerden, fıtrattan bahsettiğimizde, Müslüman’ı, Hıristiyan’ı, Yahudi’yi, Budist’i, hatta ateisti, agnostiği, animisti de dahil ediyoruz. Sonuçta biz, bütün bir ailenin fertleriyiz, kimisi öyle kimisi böyle, ama babamız bir. Peygamber Efendimizin buyurduğu gibi: “Sizin babanız Âdem’dir; Âdem topraktandır.” Fakat şirk -ki postmodernizm şirk kültürünü esas alır ve yaygınlaştırır- varlığı parçaladığı gibi ilişkileri, değerleri, ahlakı, insan hayatını da parçalayan ve her parçayı diğeriyle çatıştıran bir kavramdır. Postmodern kültürün iddiası şudur: “Bir paradigma diğeriyle mukayese edilemez, birinin diğerine göre üstünlüğü iddia edilemez.” Ancak bu mümkün değildir; çünkü böyle bir ayrıştırma çatışmayı da beraberinde getirir. Aslında insanın insanla, kendi nefsiyle, tabiatla, varlıkla çatışması sonunu getiren bir faktördür.