Dine dönüş (2)

Bundan asırlar önce İslam sufileri, “İnsan küçük bir kâinattır; insanın bozulması kâinatın bozulması demektir” demişlerdi. Muhtemelen bu söz başka kadim hikmet öğretilerince de tekrarlanmıştır, öyledir, çünkü sözün menbaı hikmet ise ilahidir.

Bundan asırlar önce İslam sufileri, “İnsan küçük bir kâinattır; insanın bozulması kâinatın bozulması demektir” demişlerdi. Muhtemelen bu söz başka kadim hikmet öğretilerince de tekrarlanmıştır, öyledir, çünkü sözün menbaı hikmet ise ilahidir.

Bir kutsi hadis şöyledir: “Allah kâinatı yaratır, sonra da ateşi yaratır ve meleklere der ki, ‘gidin ateşe bakın.’ Giderler ve ateşe bakıp derler ki, ‘çok şiddetli ve yakıcı.” Bunun üzerine Allah suyu işaret eder, onlar da giderler ve suya bakarlar; ‘ateşten daha şiddetli, çünkü ateşi söndürüyor’ derler. Bunun üzerine Allah rüzgârı işaret eder, melekler gider rüzgâra bakarlar; ‘Sudan daha şiddetli onu buharlaştırıyor, yönünü değiştiriyor, daha güçlü ve kuvvetli’ derler. Nihayetinde Allah meleklere insanı işaret eder; gelirler ve ‘-Bu hepsinden şiddetli ve tahripkâr’ derler.” Şimdi bütün sorunlar -sufilerin dediği gibi- insanda gelip toplanır. Bu anlamda insan bozulduğunda  kâinat bozulur.

Nedir sorun?

Yine Sufiler der ki: “Hevanın takaddümü aklın taharruna sebep olur.” Bu tam da modern dünyayı tasvir eden özet bir cümledir. Nefsin hevası, yani istek ve tutkularının öne çıkması, aklın geri plana düşmesi anlamına gelir. Bu durumda akıl değil, heva halife olur. Hâlbuki akıl ruhun veziridir.

En belirgin biçimde ve bütün tezahürleriyle modern ve pobtmodern zamanlarda dünyevi tabiatımız öne çıkmış, ilahi tabiatımız/fıtratımız geri plana çekilmiştir. Varlık fiziki gerçeklikten ibaretmiş gibi algılanmaktadır. Kendini postmodern zamanın haz ve hızına, iştah ve şehvetine kaptıranlar hakikate inanmıyor; ne hakikat arayışı ne de hakikat diye bir kavram üzerinde tefekkür ediyor. Böyle bir dünyada entelektüelizm, sanat, edebiyat, hatta felsefe de mümkün değildir; çünkü eğer nihilist bir dünyada yaşıyorsak ne felsefe, ne sanat, ne edebiyat ne de entelektüellik mümkün olur.

Entelektüellik için din evreninde, dinin içinde tefekkür etmek lazım; zira sadece dinin evreninde her şeyin ucu açıktır. Nereye açılıyor? Gaybalemine, ahirete, aşkın olana, ebediyete, batına açılıyor; el’an içinde yaşadığımız dünyada bunların hiçbirisi mümkün değildir. Muhafazakar/dindar sanatçı ve edebiyatçılarda da bu yönde bir çaba yok. Din konularında hayli muhafazakar bu kesimer sanat ve edebiyat konularında olabildiğince geniş mezhepleri takip ederler. Rilke ve Dostyoveski üzerine yüzlerce sahife yazarlar, Kur’an ve Sünnet’ten hareketle dünyayı nasıl bir estetik ve sanat perspektifinden kavramamız konusunda iki satırlık bir şeyler yazamazlar.

Geldiğimiz noktada şunu söylemek mümkün; muhakkak ki insan tekrar Allah’a teslim olmayı kabullenmek zorundadır, başka çıkar yol yok. Hangi din bunu iyi formüle edip insana sunarsa, insanı ikna ederse ve insanı kendine çekip bir yaşama sanatının mümkün yollarını gösterirse, gelecekte dünyamızı domine edecek olan din bu olacaktır.

Herkes her şeyden şikâyet ediyor; papa da şikâyet ediyor ve yeni günahlar vazediyor. Yüzlerce sene önce Budha da aynı şeyleri söylüyordu: “Her insan acı çeker, ıstırap çeker; ıstırabın sebebi nefsin istek ve tutkularıdır. Istıraptan kurtulmak için nefsi yok etmek gerekir; bu da ancak ‘yol’la olur.” Buda 8 katlı bir yoldan bahseder ve yol dediği aslında şeriattır. Budha şeriatı, yani 8 katlı yolu şöyle tarif ediyordu:  

1.Doğru görüş ve doğru anlayış

2.Doğru araç

3.Doğru ahlak

4.Doğru söz

5.Doğru davranış (salih amel)

6.Doğru seçim (idrak, tefekkür)

7.Doğru çaba (gayretin doğru istikamette olması)

8.Doğru dikkat ve doğru yoğunlaşma

Budhabilgelik, idrak ve ahlakı bu yolun üç esası olarak belirliyor. Geçmişte kadim bilgeler ne söylemişlerse dinlerin ve İslam’ın da söylediği –özü itibariyle- aynıdır. Gelgelelim teorik olarak bir şeyi eleştirmek kolaydır. İyi bir betimlemeyle olayı iyi eleştirebilirsiniz, fakat çözüm nedir, çözüm adına ne önerirsiniz?

Çözüm yoldur, yol da Şeriat’tır. Zira şeriatsız, hükümsüz, amelsiz, otoritesiz, kurumsuz bir din mümkün değildir. Modern ve postmodern dünyanın istediği din tam da böyle bir din, yani şeriatsız kuru, soyut bir inançtır. Küreselleşme ve küresel kapitalizm, neo liberal iktisat ve sosyal politikalar eşliğinde dini kapitalist ilişkiler içerisinde tanımlıyor, onu yeni kazançlar, yeni sermeye birikimleri elde edebileceği bir araca dönüştürüyor.

Şikâyet edenleri önemsemek gerekir. Aklımızdan çıkarmamazı gereken hakikat şu ki, farklı bir dünya, yeni bir ahlak mümkündür. Deneysel olarak anlıyoruz ki dünya, dinsiz ve ahlaksız yaşayamaz. Ancak hangi din ve nasıl bir ahlak sorusuna geldiğimizde durum farklılaşıyor. Amerika’nın Birleşik Arap Emirlikleri eski elçisi ve Amerikan Başkanının kişisel danışmanı Robert DicksonKran şöyle diyor: “Bu dünyada iyi ve kötü arasındaki savaş, Allah’a teslim olanlar ile güç, prestij, zevk, herhangi bir ideoloji veya Allah’ın rızasından başkasını arayan tarafın sahte tanrılarına tapanlar arasında süren bir savaştır. Asıl olarak bu savaş, özel ve kamu hayatlarında Allah’ı arayan gelenekçiler ile insan şuurundan Allah’ı çıkarmayı ve kamu yaşamından Allah’a bilinçli olarak inananları dışlamak isteyen seküler fundamentalistler arasında bir savaştır.”

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.