Üç yıl öncesi için diriliş kavramını duyduğumuzda aklımıza daha çok Sezai Karakoç gelirdi sanırım. Gençlik yıllarımda “Diriliş Neslinin Amentüsü” oldukça popüler bir kitaptı mesela. Yine kitleselleşemese de, meclis koridorlarında arz-ı endam edemese de Diriliş Partisi hem siyaset hem düşünce hayatımızda özgül ağırlığını hissettirmekte, Sezai Karakoç fikir ve şiirleriyle en yüksek payeden varlığını sürdürmektedir.
Aslına bakarsanız diriliş kavramı Karakoç ile düşünce hayatımıza girmiş değildir. Çok çok önceleri, hatta yüzyıllar öncesinden, yalnız Arapça kökenli bir kelime, ihya, olarak düşünürlerimiz tarafından kullanılagelmiştir. Sözgelimi İmam Gazali, “İhyau Ulumiddin” adlı kitabını kaleme alarak din ilimlerinin ve belki de ümmetin dirilişine gayret etmiştir.
Yine Batı hegemonyası karşısında başta Osmanlı olmak üzere Müslüman devletler güç kaybetmeye başlayınca İslam dünyasının farklı noktalarında ihya(diriliş) hareketleri filizlenmiş ve bunların çoğu daha doğuş, diriliş aşamasında iken, henüz kök tutup dal budak salmadan emperyal saldırılara maruz kalmışlardır.
Son üç yıldır ise diriliş denince akıllara daha çok TRT 1'de yayımlanan Diriliş Ertuğrul dizisi gelmektedir. Yurdum insanı Diriliş'i beğenerek izliyor ki üç sezondur her Çarşamba reyting şampiyonluğunu kimseye kaptırmıyor Ertuğrul. Başlangıçta diziyi üç sezon olarak tasarlayan yapımcı Mehmet Bozdağ, geçmişte örneklerine fazlasıyla rastladığımız reyting yapan dizilerin devam ettirilmesi geleneğine uyarak, önümüzdeki sezonda Diriliş'in çekimlerine devam edecek. Sonraki yıllar dizi yine Ertuğrul diye mi devam eder, yoksa Diriliş Osman diye yeni bir kapı mı aralanır, bilemiyorum.
Şu sıralar bir proje kapsamında Tarık Buğra'nın on kitabını okumam gerekiyor. Birkaçını daha önce okumuştum aslında. Pek çok okurumun da birer Türk klasiği sayılan Osmancık ve Küçük Ağa romanlarını okumuş olduklarını düşünüyorum.
Osmancık romanında bildiğiniz gibi Osmanlı'ya ismini veren Osman Gazi'nin hayatı işlenir. “Ben, bir görüşü veya yorumu savunmak ya da aşılamak için yola çıkmadım. Sadece konuyu anlamaya ve anlatmaya çalıştım. Anladığım gibi anlatmaya çalıştım.” diyen Tarık Buğra “Osmanlı'nın sırrı neydi?” sorusundan hareketle eserini kaleme aldığını söylüyor. Bu nedenle Osmancık romanı ile Osmanlı tarihi arasında paralellikler olduğu gibi tezatlar da söz konusu. Zaten edebi bir eserden tamamen tarihi gerçeklere bağlı kalmasını beklemek doğru bir yaklaşım olmaz.
Mesela kitabın kapağında geçtiği gibi “Ey Osmancık, beysin. Bundan sonra öfke bize, uysallık sana. Güceniklik bize, gönül alma sana. Suçlama bizde, katlanma sende. Bundan böyle yanılgı bize, hoş görmek sana. Geçimsizlikler, uyuşmazlıklar, anlaşmazlıklar, çatışmalar bize, adalet sana. Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize, bağışlamak sana…” diye devam eden sözler, aslında hiçbir tarih kitabında göremeyeceğiniz, yalnızca Tarık Buğra'nın Osmanlı'nın nasıl aşiretten cihan devletine tekâmül ettiğini anlatabilmek adına Şeyh Ede Balı'ya söylettiği nasihatler.
Kitabın sayfalarını karıştırırken gerek bu pasajdaki gerek diğer diyaloglardaki nasihatlere sadece Osmancık'ın değil, günümüzün her kademesindeki yöneticilerimizin de ne kadar muhtaç olduğunu hissettim.
Günümüzde de gerek devlet yönetiminde gerek sivil toplum çalışmalarında yöneticilik, liderlik yapan insanlarımızın Şeyh Ede Balı'nın emsallerinin nasihatlerine, rehberliklerine şiddetle ihtiyaç duyacağı muhakkak. Liderlerimiz Ede Balıların tezgâhlarında Osmancık gibi öyle pişmeli, öyle olgunlaşmalı ki artık kendileri, Orhanlarına, yönetimi paylaştıkları dostlarına: “Darlıklar, sıkıntılar, yokluklar önce size, sonra millete; varlıklar, rahatlıklar ise önce millete, sonra size.” der ve yaşar hale gelmelidir.
Evet, değerli dostlar! Diriliş Ertuğrul'u özlediyseniz bu yaz molasında Osmancık romanını okumanızı öneririm. Diziden daha fazla tat alacağınızdan kuşkunuz olmasın. Hatta yapımcı Mehmet Bozdağ'a da romanı bir kez daha okumasını tavsiye ederim, belki Tarık Buğra'nın anlayışı, üslubu kendisini de etkiler de Diriliş'te artan aşırı milliyetçi söylemlerden vazgeçer.